14: sorry for our mini kiss

1.8K 208 160
                                    



Yaşadığım süre boyunca hiçbir zaman çok şey istememiştim hayattan. Elimdekilerin kıymetini bilir, bir şeyi sonuna kadar kullanmayı ve eskitmeyi severdim. Her şey için geçerliydi bu. Duygularım için de aynı şekilde. Hayatım boyunca kimsenin duygularını istememiştim ben. Beni sevenlerle yetinmiş, kimsenin beni sevmesi için ayaklarına kapanmamıştı ya da benden nefret etmesi için yalvarmamıştım kimseye.

Gördüğüm çetrefilli rüyanın ardından dün gece boyunca gözüme hiç uyku girmemişti. Saatlerce boş duvarı izleyip akmak üzere olan gözyaşlarımı geriye doğru ittirmeye çalışmıştım kendimce. Jeon Jungkook kimdi? Ve neden rüyalarımı rahat bırakmıyordu? Gerçekten şu raddede bazı şeylerin ayarını kaçırdığımı düşünüyordum, ben daha bir basamağı tam oturtamazken her şey üst üste binmeye başlamıştı.

Dün cidden berbat bir gündü, her anlamda böyleydi. Drama hocasını kaçırmış, üstüne üstlük Jungkook'un kucağında uyuyakalıp ağzına bir ton laf vermiştim. Ama nedensiz bir şekilde bundan pişmanlık duyamıyordum çünkü içimde bir his bunun olması gerektiğini, eğer olacaksa da onunla olması gerektiğini diretip duruyordu. Kendimi hala yataktan çıkartamamıştım. Bugün okula gitmek istemiyordum, bir süre boyunca her şeyden ve tanıdığım herkesten uzak durmak istiyordum. Sorguya çekilmek istemiyordum, olaylardan bi'haber olan birisi bile bir süre yüzüme baksa anında teşhisi koyabilirdi. Kendimi bu kadar aptallaşmış hissediyordum. Ancak bu isteğimin mantıklı bir sebebi olmadığı sürece ailem tarafından kesinlikle onaylanmayacağını da biliyordum sanırım, şansımı denemeye değerdi. Belki Jisoo ile ayarladığımız buluşmayı erkene çekebilirdik, bilmiyordum.

"ChaeChae, yataktan çıkmamışsın hala." Annem odamın kapısından başını uzatıp konuştuğunda boş bakışlarımı üzerinde gezdirdim bir süre, sonra ise endişelenebileceği aklıma geldiği için dudaklarımı aralayıp konuştum. "Kalkacağım şimdi."

"İyi misin sen? Anlat bakayım ne oldu? Kabus mu gördün rüyanda?"

Ne kabus ama.

Perdemi sonuna kadar açtığında kış güneşi odama girmeye başlamıştı. "Bir şey görmedim. Bir şey de olmadı zaten."

"Yalan söyleyemiyorsun," Yatağımın kenarına otururken konuştuğunda acıyan gözlerimi ovuşturdum. "Hala uyuyamıyor musun?" Kafamı salladım. Saatine baktığında hafifçe doğruldu yatağımdan. Gidecekti. "Geçer diye düşünmüştüm. Ders programının müsait olduğu bir günü belirlersen hastanemizde çalışan bir psikologdan randevu alabilirim. En azından ilaç yazar rahat edersin bir süre. Şu an gerçekten iyi görünmüyorsun. Okula gitme istersen? Ayrıca baban çıkmadan önce portakal suyu sıkar sana, biraz kendine gelirsin. Unutma da ablanla FaceTime yapın, dün konuştuk telefonla özlemiş seni."

Ablam yurtdışında tıp okuyordu. Onu severdim ama aramız hiçbir zaman çok iyi olmamıştı. Aslına bakılırsa kavga etmezdik aynı zamanda severdikte birbirimizi fakat hiçbir zaman kardeş gibi birbirimize sarıldığımızı hatırlamıyordum. Beraber yaşadığımız süre boyunca her zaman gölgesini üzerimde hissetmiştim, çok zekiydi, çok güzeldi ve çok yetenekliydi. Ben ise gecelerimi gündüzüme katmadan bir şeyleri kafama sokmakta berbattım. "Tamam, ararım siz gidince. Başka söyleyeceğiniz bir şey var mı kraliçem?" Kendimi neşeli olmaya zorlayarak konuştuğumda bana göz kırpmış ve bir süre sonra odamdan ayrılmıştı.

Babamın hala uyanmadığına emindim, genelde annemden geç işe giderdi. Bu yüzden o kalkana kadar yatağımdan çıkıp ılık bir duş aldım. Ama su o kadar soğuktu ki, ılık olduğuna inanmakta zorlanmıştım. Banyo yapmaktan nefret ederdim, suyu da sevmezdim zaten; suyu sevmediğimden dolayı uzun bir süre yüzmeyi denememiştim bile, ailemde beni zorlamayıp o iğrenç su şakalarından uzak tutmuşlardı beni.

a century of lonelinessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin