27: easy to judge me

1.8K 215 115
                                    


Oscar and the Wolf, Joaquim

"Arkadaşını al ve git. Onun gibi birisiyle işimin olmayacağını anlayacak kadar zeki olduğunu düşünüyorum, onun aksine."

Erkekler her yerdeydi. Onlara elimi uzatsam kolumla beraber giderdi, elbette herkesi aynı kefeye koyacak kadar aptal değildim çünkü hepsinin aynı olmadığını biliyordum, hatta bunu bu yıl yaşadığım birkaç şeyden dolayı çok net anlamış, kafama oturtmuştum. Jiwon ve Jungkook'u yan yana getirdiğimde hiçbir ortak özelliğe sahip olmadıklarını görebiliyordum. Ancak insanlar değişebilirdi, Jungkook bir anda Jiwon olabilirdi. Korktuğum şey buydu işte; ben ona güvenip kendime açtığımda ya o da Jiwon gibi bir pisliğe dönüşürse diye düşünmek istemiyordum.

Bu bir felaket olurdu.

Yaşadığım şeyler hiçbir zaman benim güçlü psikoloji tanımına uyduğumu düşündürmemişti, insanların kaba sözlerinde ya da en ufak ters bakışlarında parçalara ayrılabilecek bir karaktere sahiptim. Bu yüzden attığım adımlarda birkaç adım sonrasındaki psikolojimi hesap etmem lazımdı, bunun muhakemesini aklımda döndürmek bile beni mutsuz ederken en azından kendimi tanıdığım gerçeği biraz olsun mutluluk verebiliyordu.

Herkes kırardı, her şey kırardı. Ama en çok sözler kırardı. Onlar hareketlerden daha etkiliydi. Tokat atmadan tek bir kelimeyle sözleriniz tokat etkisi yaratabilirdi. İşte bu yüzden sözlerin gizemli bir gücü vardı. Bir iki kelime edildiğinde kolaylıkla reddedilebilirdi ama bir kez sessiz kalındığında saklaması imkansız gözyaşlarına dönüşebiliyordu.

"Hala yatakta mısın? Neden kalkmadın?" Annem imzalı hareketini yapıp kafasını kapımdan uzatıp konuştuğunda sarıldığım yastığı bırakıp hafifçe doğruldum. Güne başladığımda aklımdan geçen ilk şey akşamında yatağa nasıl gireceğimdi, hemen gün bitsin ve yatağa gireyim istiyordum.

"Sabahları duvarı izlemeyi seviyorum." diye mırıldanıp ayaklarımı sıcak yorganın altından çıkartıp kayan pijamalarımı düzeltip perdeyi araladım ve odanın havalanması için camı açtım. Çok zordu. 

"Mükemmel bir kahvaltı hazırladım. Baban erken çıkmış bugün, kız kıza yaparız diye düşündüm. Nasıl fikir?" Gülümseyerek onu onayladım. Her ne kadar kötü hissetsem bile güzel yemekleri reddedecek kadar aptal değildim.

"Yüzümü yıkayıp geleceğim." Yatağımı gelişigüzel toplayıp akşam yapmayı unuttuğum ödevlere bakakaldım. Açıkçası on sekiz yaşında bir kızın hayatında olmasını istemediğim kadar işim vardı ve bu normal değildi? Bundan gerçekten memnun değildim. Sınava girecekken bunca ödeve ne gerek vardı ki?

Düşüncelerimi halı altına süpürdüm ve yapmam gereken ama yapmadığım testleri buruşturup çöpe fırlattım ardından da lavaboya girip günlük işleri en basite alarak yaptım. Asla sabah kalkar kalkmaz yüz temizleme losyonlarına sarılan tiplerden olmamıştım çünkü sabah kalktığımda musluktan akan su ekstra soğuk oluyordu ve bunu yapmak için çok üşengeçtim.

Umarım yapan herkes ölürdü.

Pijamalarımı değiştirip okul kıyafetlerimi giyecektim ama şu çarşamba gününde cumartesi sabahı gibi hissetmek şimdilik tek zevkimdi. Ayrıca annesi okul kıyafetiyle yemek yemesine izin vermeyen tek kişi olamazdım herhalde?

Saçımı topuz yapıp salona gittim. Dediği kadar mükemmel bir masa vardı, hani bir kuş sütü eksik derler ya; işte tam o türdendi. Bugün aramızdan birinin doğum günü müydü bilemiyordum çünkü doğum günlerini hafızamda tutmakta cidden çok zorlanıyordum.

Acaba Jungkook ne zaman doğmuştu? Ona bunu hiç sormamıştım. Aslında pek fırsatım olmamıştı açıkçası.

"Hangimizin doğum günü?" aklımdaki düşünceleri görmezden gelip sandalyemi geriye çekip oturdum, ardından da masaya yaklaştırmıştım. O sırada annem kendisine yaptığı kahveyi fincanına dolduruyordu, ben de boş durmayıp masadaki portakal suyunu önümdeki büyük bardağa doldurmaya başladım.

a century of lonelinessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin