5: freya's touch

1.9K 240 153
                                    



NVM, Faith Marie

Hayatımda hiçbir zaman kendime ve fikirlerime sadık birisi olamamıştım. Her zaman benim için en doğrusunu bilip ve onu yapmayı kafama koymama rağmen gün sonunda bulunduğum konum aklımda olandan delicesine farklı olurdu. Bu beni rahatsız eder miydi tam olarak bilmiyordum fakat şimdiye kadar bunun bana büyük bir zarar verdiğini hiçbir zaman görmemiştim ama şu an yaptığım şeyin sonunu asla kestiremiyordum. Jeon Jungkook'tan uzak durmayı kafama yazdıktan hemen birkaç saat sonrası onun evine gidecek olmam deli saçması bir olaydı. Fakat en azından sığındığım sebepler vardı onlar da almanca notlarım ve yaklaşan sınavımdı. Onları alacak ve gidecektim. Bu kadardı.

Evden çıkarken ayaklarıma en kalın çoraplarımı, üzerime ise geçen yaz indirimli kış ürünlerinden aldığım ve şimdiye kadar en sıcak tutan kiremit rengi montumu giymiştim. Genel olarak her kış donarak ölme riskim olduğundan dolayı kışın bittiği an mağazalarda alınmayan tüm kapüşonlu ve montları toplayıp anında satın alıyordum çünkü biliyordum ki bir tane kapüşonlu bile hayatımı zor bir anda kurtarabilirdi.

Zili çaldıktan birkaç saniye sonrasında kapı açıldığında onu gördüm. Üzerinde siyah bol kısa kollu bir tişört vardı ve saçları hafiften ıslaktı, bunu gördüğüm an kalp krizi geçirmiştim çünkü ağır empati yeteneğimden dolayı bir an kendimi onun yerine koymuştum ve bu havada derimin üzerimde oluşmaya başlayıp derisine batan buz kristallerini bile hissetmiştim. "Üşümüyor musun?" Kendime hakim olamayıp dehşet dolu sesimle konuştuğumda omuzlarını silkip kafasını iki yana salladı. "Her neyse," dedim ve kendime gelip amacımı hatırladım. "Almanca notlarımı verir misin?"

"İçeri geçsene, çok üşüyor gibi duruyorsun." Biraz yana çekilip konuştuğunda cidden üşüyordum ve bunun da bilincindeydim, fakat daha fazla evimden dışarıda kalmak istemiyordum. Bu yüzden basitçe teklifini reddettim. "Evine girmek istemiyorum, lütfen almanca notlarımı ver." Minik bir kahkaha atıp kapıya yaslanıp bir ileri bir geri sallanmaya başladı. "Alnımda ne yazıyor bilmiyorum ama insan yemiyorum. Sadece çay ya da kahve içip ısınınca evine geri gidersin, korkma." O an o kadar çok üşüyordum ki evin sıcaklığının yüzüme vurduğu anda tüm ipleri elimden kaçırmamak için ne kadar uğraş versem de, bipolar kişiliğimden bir tanesi her saniye yüzüme çarpan ısıdan dolayı beni kandırmıştı ve ben de dünden razıymış gibi fazla üstelemeden en fazla ne olabilir ki diye düşünerek eve girmiştim. "Üzerindekileri çıkartabilirsin, burası yeterinde sıcak." Kafamı iki yana salladım ve elimi ona uzattım. "Almanca notlarımı verebilir misin? Senden başka bir şey istemiyorum."

"Nasıl çay seversin? Ya da kahve de olur. Fakat ben çay istiyorum." Amerikan mutfak tarzındaki mutfağına ilerlediğinde evi süzme fırsatı bulmuştum. Salonla mutfak bitişikti sayılırdı mutfaktan çıktığımız anda önümüze gelen merdiven basamağıyla salona geçiş yapıyorduk.  Salona baktığımızda görebildiğim şey gri bir koltuğun sırtının bana dönük olmasıydı ama en çok dikkat çeken şey bir şömineydi, hemen şöminenin üzerinde bir çok kitap ve dekor eşyaları vardı ama hiçbiri göze çok batmıyordu. Diğer her şey ise klasik evlerde bulunan şeylerdi ve salon gri-beyaz uyumu içindeydi açık konuşmak gerekirse bu evi gördükten sonra kendi evime gitmeyi hiç istememiştim. "Al bakalım," elinde kristal ince camlı bir kupayla geldiğinde bir tanesini bana uzatmıştı. Rengi koyu pembe ve çilek reçeli rengindeydi, alışılmış çay algısının çok dışındaydı. "Bunun içine ne var?"

"Çay işte tadı güzel, seveceğine eminim." Az önce gördüğüm basamağı çıkıp salona girdiğinde koltuklardan bir tanesine oturmuş ve televizyonu açmıştı. "Bak, buraya seninle çay içmeye gelmedim. Notlarımı verirsen eve gitmek istiyorum."

"Çayını iç. İçmeden notlarını alamazsın." Sınırları zorlamanın bir faydası olmadığını anladım ve kristal bardağı dudaklarıma götürdüm boğazımdan geçtiği andan itibaren tüm göğüs kafesimi yumuşatıp ısıtmıştı. Rahatlamamı sağlayan birkaç yudum çaydan sonra huysuz modumu yeniden açıp ona baktım. Bir süre sonra ona baktığımda televizyonda izleyecek bir şey bulamadığından dolayı televizyonu kapatıp kumandayı yanındaki koltuğa fırlatmıştı.

a century of lonelinessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin