KSİ-13

790 66 54
                                    

BMTH- Can You Feel My Heart.

-

Bir yıl sonra,

"Görüşürüz, dikkatli kullan."  Dedim Güney'i yolcularken. Birkaç ay önce kendi evine taşınmıştı.

"Birbirinize sahip çıkın." Dedi. Her geldiğinde ilişki terapisti gibi davranıyordu. Bunda sık görüşemememizin ve benim için endişelenmesinin de payı vardı.

Gülümseyip el salladım ve kapıyı kapattım.

"E" harfli yüzük için aylarca hiçbir görüş gününü kaçırmadan teyzeme gittim. Onu her gördüğümde annemi bir kez daha tavanda asılı buluyor, kurtarmak için çırpınıyordum, dostlarım. Teyzem ısrarla suçsuz olduğunu ve öyle bir yüzük görmediğini söylüyordu. Bir süre sonra onu görmeye daha fazla katlanamayıp gitmeyi kestim.

"Ben geldim hayatım." dedi savcı hanım anahtarları yerine fırlatıp.

Evet, birlikteydik.

'Beni romantik bir yemeğe çıkarıp aşkını itiraf etti.' dememi beklemiyorsunuzdur umarım. Hiçbir zaman aramızdaki şey böyle olmadı. İkimiz de yaşamak için çabaladık, şimdi ise sevgiyle yaşamaya çalışıyorduk.

Teyzem tutuklandıktan sonra eve döndük, şüpheli ve delilleri biriktirip çalıştığımız odayı toplarken, 'seni seviyorum.' dedi, 'yanlış ya da doğru olması umurumda değil, seninle olmak istiyorum. Aslında reddetmen de umurumda değil, bilmeni istedim. Yalan söyledim, reddetmen her şeyden çok umurumda. Çünkü dostun olarak değil eşin olarak kuşları izlemek ve afrikaya gitmek istiyorum. Dans ederken biraz daha yakın durmak, istediğim zaman öpebilmek, yanında uyumak istiyorum. Seni izlemek istiyorum ve bu garip kaçsın istemiyorum. Hiç durmadan bunları istiyorum, Dila. Hayır diyebilirsin, muhtemelen kalbimi söküp ellerime vermekle eşdeğer olacak ama bunu yapanın sen olduğunu bilmek bile güzel. Yas tutmanı bekleyebilirim, değil beş yıl ömrüm yeterse elli beş yıl daha beklerim. Sen olmadan gecem gündüzüm birbirine karışır.' dedi, dostlarım.

O an yüzünü görmeliydiniz. Paçalarından güç ve asalet akan savcı değil, küçük bir kız çocuğuydu.

Elbette bir saniye bile tereddüt etmeden kendimi kollarına bıraktım. Mesele ona gelince hayır demenizin imkânı yoktu. Zihnimi kontrol ediyor gibiydi, fısıldadığı her şeyi koşulsuz şartsız, lütufmuş gibi kabul ediyordum.

Bir yıldır birlikteydik, bu süre boyunca onu her gün biraz daha tanıdım.

Şunu samimiyetle söyleyebilirim ki, o görüp görebileceğiniz en sıradışı insandı. Bazı anlar başımıza öyle şeyler gelmişti ki, yerimizde kim olsa yere çöküp ağlardı. O ise tüm soğukkanlılığıyla her soruna bir çözüm buluyordu.

Çok sonradan öğrendim ki tüm hayatı böyle geçmiş. Hep birşeylere mücadele etmesi gerekmiş. Çocukluğunun geçtiği ailenin ona yaşattığı travmalar savcıyı puştun teki yapabilecek türdendi, o ise mucize oldu.

Bunları öğrenmek zor oldu açıkçası. Ailesi konusunda ne kadar hassas olduğundan bahsetmiştim. Zamanla kendisi anlatmaya başladı. Sonra aramızda bilmediğimiz hiçbir şey kalmaması için her akşam bir anı dan bahsediyorduk.

"Hoş geldin, günün nasıl geçti?" Dedim yanağına bir öpücük bırakıp.

"Süperdi, sen neler yaptın bakalım?" Süper onun için şu demekti, 'tüm gün hiç durmaksızın çalıştım.' İşine bu denli aşıktı. Bazen korkutucu derecede saplantı haline getirdiğini düşünüyordum. Bunu ona söylediğimde, 'Savcı olmayacaksam var olmamın ne anlamı kalır?' Demişti. O dakika gerçekten saplantı haline getirdiğinden emin oldum. Garipti.

"Güney geldi, yemek falan yedik."

"Güzel. Haftaya boş günüm olabilir, belki biz gideriz. Gelmediğimiz için her gün tahdit mesajları atıyor." Dedi gülerek.

Kafamı olumlu anlamda sallayıp gülümsedim.

Ardından ona yemek hazırladığım için kavga ettik. Evet bu kulağa garip geliyordu. Her şeyi ikiye bölmüştük, bir gün o yapıyordu bir gün ben. Bu gün onun sırasıydı, kendimi çok yorduğumdan falan şikâyet ediyordu. İki yaşında bir bebekmişim gibi bir hassasiyete yaklaşıyordu ve bu tavrını asla elden bırakmıyordu. İşin garip yanı, onunlayken sanki annem ölmemiş gibi hissediyordum.

Gece yarısına gelmeden yatağa girdik ama sabaha karşı uyuyorduk, bundan bahsetmem uygunsuz kaçabilir ama pek umurumda değil. İki insanın birbirini sevip birlikte olmasında ayıp bir şey yoktu, asıl ayıp olan tecavüzdü, birini herhangi bir şeye zorlamak ayıptı. Şiddet ayıptı, aldatmak ayıptı, yalan söylemek ayıptı ve asla yapılmamalıydı. Sevgi barındıran seks bunların arasında yoktu.

Çıplak bedenimi örtünün altına alıp, "Aslında ben küçükken her şeye sahip olan bir çocuktum. Burada bahsettiğim şey para, oyuncak falan değil. Ben sevgiye sahiptim. Bir de zeki bi anneye. Arkadaşlarım ailelerine istediği şeyleri söylerlerdi ve hemen ellerinde beliriverirdi. Maddi durumumuz onlardan çok daha iyi olmasına rağmen annem bunu yapmazdı. Bana sabretmeyi, hayal kurmayı, başkasından istemek yerine benim çabalamam gerektiğini öğretmişti. O zamanlar bunu garip buluyordum, ne anlama geldiğini şimdi öğrendim. Onlar hayatları boyunca parmaklarını şıklatmalarıyla her şeyi ayaklarının önünde bulmuştu, ben ise mücadele etmeyi öğrenmiştim."

"Her geçen gün sen de bana bir şey öğretiyorsun. İleride eğer çocuğumuz olursa ve elbette bunu arzularsan, mükemmel bir anne olacaksın. Aynı Berçin anne gibi ve o seninle gurur duyacak, tıpkı benim seninle her saniye duyduğum gibi." Dedi omzumu öpüp.

Gülümsedim. Daha önce hiç çocuk isteyip istemediğimi düşünmemiştim, annemden sonra büyümeye başlamıştım ve bu hiç aklıma gelmemişti.

"Sıra sende. Kuzeninden hiç bahsetmedin."

"Pekâlâ, adı Eren. Benimle yaşıttı. Reşit olana kadar onlarla yaşadım. Açıkçası pisliğin tekiydi, tıpkı babası gibi. Sürekli başını belaya sokar suçu da benim üstüme atardı. Nasıl olsa yetim olan benim diye, kimse 'yaptın mı?' diye sormazdı bile. On beşinde bir gece amcamın arabasını gizlice aldı ve beni de yanında gitmeme zorladı. Gittim. Araba kullanmayı bilmiyordu bile, onunla gittim çünkü eğer yapmasam yine amcama işlemediğim bir kabahatimi anlatacaktı ve dayak yiyecektim. Amcamın parmağında kalın bir yüzük vardı, vurduğu zaman suratımda yüzüğün izi kalırdı. Ne bileyim, bir gün de suratımda iz kalmasın dedim. Tahmin edebileceğin gibi kaza yaptık. Ölümsüz gibiyim,Dila. Hayatım boyunca sayısız bela geldi başıma ama hepsinden sağ çıktım. Bilemiyorum, belki benim lanetim de budur. "

"Eren o gece öldü. Kemerini takmamıştı ve camdan fırladı. Üzüldüğümü söylersem yalan söylemiş olurum, kendim için üzülüyordum, çünkü bunun suçlusu da ben olacaktım. Oldum da. Amcam ve yengem bütün gece 'Eren'im' diye bağırıp ağıt yaktı. Sanırım ilahi adalet denen şey gerçek, insanlar er yada geç bedel ödüyorlar. Amcam 'neden sen değil de benim oğlum öldü?' dedi. Aslında bunun cevabı gayet basitti, 'oğlun da aynı senin gibi aptalın teki, arabayı almasaydı ya da en azından kemerini taksaydı muhtemelen o da yaşacaktı.' Diyemedim tabii. Onlara göre bütün belayı ailelerine ben çekiyordum ama aslında asıl bela onlardı."

"Hani sormuştun ya, yemekleri neden tuzsuz yiyorsun diye, Eren öldükten sonra günlerce yemek vermedikleri bile oluyordu. Evin arkasında yaşlı bir kadının bahçesi vardı, ordan çaldığım sebzeleri çiğ çiğ yerdim. Bir süre sonra fazla tadı olan şeyleri yiyememeye başladım. Alışkanlık kaldı."

"Üzgünüm."

"Üzülecek bir şey yok, beni bu güne bunlar getirdi. Acı sanıldığı kadar kötü bir şey değil."

"Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir."

Merk.

KÜÇÜK SAYDAM İNSANLAR (G×G)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin