George Gershwin - Rhapsody in Blue20 Eylül 2010
Kuşlar, ne garip canlılardı öyle!
Uçuşan kanatlı hayvanlar onu hep şaşkınlığa uğratıyordu. Nasıl olur da böylesine güzel havada süzülebilirlerdi? Rüzgara karşı gelip havada değişik manevralarını sergileyen bu hayvanlara hayran olmamak Gazi Ata için imkansızdı. Daha doğrusu, küçük bir sinekten bombardıman uçağına kadar havada olan her şeye hayrandı o. Ama tabii ki bu uçan şeylerin başını kuşlar çekiyordu.
"Gazi Ata Başeğmez!"
Kendini kapattığı gerçeklikten hayal dünyasına sızan sesi işitmesiyle neredeyse yerinde sıçradı. Sınıftaki arkadaşları onun bu hareketine kahkahalarla güldüler. Ata gözlerini devirmemek için kendiyle mücadele ettiği sırada ona seslenen hocasına alık gözlerle bakıyordu.
Elini kaldırdı kendini belli etmek için. Hoca dahil tüm öğrenciler altın saçlı küçük çocuğa döndü.
"Hangi ismini kullanıyorsun?"
"Ata'yı," diye cevapladı kısaca. Aslında iki ismini de eşit seviyordu lakin Ata anlamından daha ağır basıyordu. Çünkü bu isim, ona Ata'sından yadigardı.
Kadın, camdan kuşları izleyen bu çocuğa gülümsedi. "Malum, kuşları seyre daldığından dediklerimi duymamışsındır. Ben yeni resim öğretmeniniz, Türkan Uysal. İlk dersimiz olduğu için tanışıyorduk. Bana kendinden bahseder misin?"
Normalde çok konuşkan bir çocuk değildi ama konu kendisi ve ailesine gelince saatlerini verebilirdi. Saygısızlık olmasın diye ayağı kalktıktan sonra tanıdığı arkadaşlarını umursamayıp hocanın gözlerine baktı sadece.
"Ben Gazi Ata, sınıftakiler gibi on yaşındayım. Tek hayalim, Harbiyeli olup jet uçurmak."
Kadın açıkça şaşırmıştı. Bu yaşta kendisine böylesine olgun bir mesleği seçmek bu yaşlı öğretmeni bile şaşırtmıştı. Gerçi, kuşları aşkla izleyen bir çocuktan daha ne bekleyebilirdi ki?
"Benim işim gökyüzünde, diyorsun?" dedi Türkan Hanım, gülerek. Sınıftaki diğer öğrenciler bu konuya alışmış olacak ki gayet normal karşılamışlardı. "Ne zamandır Harbiyeli olmak istiyorsun, Ata?"
Öndeki çocuk, Eren hemen söze atladı. "Şu tiple anaokulunda tanıştık. O zamandan beri Harbiye diyor!" diye konuştuğunda sınıfta Ata'yı tanıyanlar güldü. Ata ise kendisini gayet iyi tanıyan arkadaşına yirmi yedi diş gülümsedi. Geçenlerde bir dişini kaybettiğinden tam gaziydi.
"Gerçekten, ben bir senede beş meslek değiştiriyorum; Ata bırak askerliği, bölümünü bile dokunmadı."
Aynı Eren gibi anaokulundan beri onu tanıyan Selda saçlarının küçük örgüsüyle oynarken söylenmişti. Bu yaştaki normal çocuklar aynı Selda gibiydi, birkaç tip öğrenci bu kadar kararlı çıkardı ama sanırım Ata bu öğrencilerin başına geçecekti.
"Ata, annen baban ne iş yapıyor? Kardeşin veya ablan, ağabeyin var mı?"
"Tek çocuğum. Annem ve babam Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı mühendisler."
Ata'nın söylemeyi en çok sevdiği şey kesinlikle buydu: annesi ve babasının işi. Babası bir silah mühendisi, annesi ise kimya mühendisiydi. Zaten bunu duyduklarında Ata'nın Harbiye aşkını anlayabiliyorlardı. Bu dünyada babası kadar asker olmak isteyip bunu başaramayan başka bir insan olmadığındandı belki de.
Tam öğretmenleri ağzını açıyordu ki sınıfın kapısı hızla çaldı. "Girebilirsin," dedi hoca, geleni içeriye davet ederek. Nöbetçi öğrenci bir saniye bile kaybetmeden elinde bir parça kağıtla hocanın yanına gitti. Öğretmen kağıttaki yazıyı okuduktan sonra gözlerini Ata'ya çevirdi tekrardan. "Eşyalarını topla Harbiyeli, annenler seni almaya gelmiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİZİ BEKLE | ANTEBELLUM
Teen FictionGördüklerin yanıltıcıdır. Yaşadıkların riyakardır. Sırların tek gerçek olandır. Kendi savaşında mağlup olduğunu sanan genç adam, kaderinin yirmi yıllık kâğıdını ortasından yırtmıştı. Birisini yakmış, birisini de saklamıştı dibini göremediği mağarala...