Merhabalar, merhabalar. Geç kaldığımın farkındayım ama uzun ve dolu dolu bir bölümle karşınızdayım. Vize haftam da bittiğine göre buralarda aktif olabilirim artık... Neyse neyse, iyi okumalar!
SLIPKNOT - XIX
BÖLÜM XIII - YIKILIŞ
"Umutsuzluk insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, umursuzluk manevi bir intihardır."
-Jean-Paul SartreNefes almak çok zordu.
Öyle bilimsel açıklamalarla soluğuna yön veremezdin. Evet, akciğerlerine hava giriyor olabilirdi ve yine evet, oksijeni içine çekiyor olabilirdin ama bu, nefes aldığın anlamına gelmiyordu. Bedenini havaya doyurmakla ruhunun da onunla beslenmesi aynı şey değildi. İçinde sarsılmış, düşmüş ve yıkılmaya beş kala bir can varken ne kadar soluklan, fayda etmezdi.
Gazi'nin ilk nefes alamayışı değildi.
Ama hiç böylesine bir ruh ölümü gerçekleşmemişti de.
Bu zamana kadar hep kaza bela yaşadığını düşünmüştü. Haklıydı da. Geceleri ailesini özlerken Tanrı'ya isyan edişlerini bir tek kendisi duyuyordu. Tanrı ise... O, kulaklarını kapatıyor olmalıydı çünkü bazı günler o yangında yanmadığı için, hayata tutunduğu için lanetler ediyordu. Eğer Gazi'yi dinliyor olsaydı uçurumdan atlayabilir, araba ona çarpabilirdi. Ve... Onu hatırlamak bile istemiyordu.
Teklifi kabul etmişti. Neyine güvendiğini bile bilmiyordu ama kabul etmişti. İçinde bir gram dahi umut yokken neden kabul ettiğinin az biraz da farkındaydı aslında. On sene geçmişti üzerinden. On sene önce kapanan dosya nasıl açılıp sonlanabilirdi ki? Gazi'nin kaderinin kırılmış dallarında etkisi yoktu, yeni doğacak dallara da olamazdı. On yaşındaydı sadece. Küçücüktü, her şeyden bihaberdi. Onlara yardım edemezdi ve böylece bu dosya da kapanıp gidecekti. Ondan sonrasında da Gazi bu günleri hiç yaşanmamış gibi yapacaktı çünkü diğer türlü nasıl yaşanır bilmiyordu.
Özde, onun kabul edişini duyduktan sonra abisine, yani dolaylı yoldan babasına, haber vermiş olmuştu. Hemen bir plan çıkartmışlardı. Saat beşte Ankara'dan, konvoy içerisine ayrılacaklardı. Ardından Eskişehir'e gidecekler, Fazıl Amca'nın ameliyatına yetişeceklerdi ve ondan sonra... Özde anlatmıştı anlatmasına da kafası o kadar doluydu ki hiç dinleyememişti. O an önemli olan tek şey Fazıl Amca'sıydı. Konuşmanın o kısmından sonrasını dinlemeye gerek yoktu.
Yediye çeyrek vardı. Seyit tek başına gezinmeye çıkalı yirmi dakika olmuştu. Gazi yanında olmayı teklif etse de "Gazi, kardeşim, bir de senin sessizliğinin yükünü çekemem. Zaten yeterince vicdan azabım var. Beni bu seferlik yalnız bırak," diyerek onu reddetmişti. Bu sözden sonra Gazi olabilirmiş gibi daha da çok çökmüştü. Seyit'i suçlama evresini çoktan geçmişti oysaki ama ağzını açıp bir şey diyememişti. Nefes almak, konuşmak ve hatta tepki vermek... Bu aralar onu zorlayan daha başka şey yoktu.
"İster misin?" diye bir soru sorulduğunda ayaklarının dibindeki yağmur birikintisine bakmayı kesip elleri arasından çıkarttığı kafasını kaldırdı. Barlas ona sigara paketini uzatmıştı. Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Mümkünse sıcak olan hiçbir şeyi görmek istemiyordu uzun bir süre. Barlas, babasının ona bakmadığını fark ettiği gibi sigarasını yaktı ve Gazi'nin oturduğu bankın boş yerine yerleşti. "Nasılsın?" diye başka bir soru yöneltti bu sefer. Bir süre cevap vermesini beklese de isteği gerçekleşmedi. Onun sessizliğiyle karşılaştığında dudaklarını birbirine bastırdı. "Konuşmayacaksın sanırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİZİ BEKLE | ANTEBELLUM
JugendliteraturGördüklerin yanıltıcıdır. Yaşadıkların riyakardır. Sırların tek gerçek olandır. Kendi savaşında mağlup olduğunu sanan genç adam, kaderinin yirmi yıllık kâğıdını ortasından yırtmıştı. Birisini yakmış, birisini de saklamıştı dibini göremediği mağarala...