Bölüm I - Fırtına

140 13 257
                                    


Barış Akarsu - Rüzgar
Deep Purple - Soldier of Fortune

BÖLÜM I - Fırtına

"Tuhaf bir uyuklama bu:
Gözlerin ardına kadar açık uyuyorsun.
Ayaktasın, konuşuyorsun, kımıldıyorsun,
Ama yine de derin uykudasın."

-William Shakespeare

10 Kasım 2020

Yıllarını geçirdiği Bolu'da, ilk defa böylesine bir kar yağışı görülüyordu. Hem de daha kışa ayak basamayan kasımda fırtına çıkmış, günler boyunca Bozatlı ailesi gibi dağın tepesinde yaşayan birçok aile dışarıya adımını atamamıştı. Belki de güzel Türkiye, her sene tekrarlanan bu hüzün kokan günün gelmesine hazır olmadığından böyle hırçınlaşmıştı.

Gazi, o gün fırtına dinmese bile dışarı çıkacaktı. İsterse kafasına çığ düşsün, umurunda değildi. Sabahın erken saatlerinde yola çıkmıştı. Bileğinde bir saat olmadığı için zamanı kestiremese de sirenler çalmadığına göre yetişmişti. Dağın küçük zirvelerinden birine ulaştığında yorulmuş olmasına rağmen oturmadı, Bolu'yu yukarıdan izledi. Kasımın başında her yer beyaza bürünmüştü resmen. En son kaç yıl önce böyle bir manzara gördüğünü hatırlamıyordu. Belki altı, belki yedi.

Şiddetli bir rüzgar onun vücuduna çarptığında savrulmamıştı bile. Oysa buraya geldiği ilk zamanlar bedeni bir oraya bir buraya sürüklenmişti. Tüm kötü anılarını sırtlamıştı bu dağ, üzerini karla örtmüştü. İleride yıllar önce yanan ormanı gördüğünde yutkundu. Hemen gözlerini gökyüzüne kaçırdı. "Keşke senin gibi ben de hiddetlenip rüzgarımı estirsem," diye konuştu kapalı gökyüzünü seyrederken. "Sen kaybınla böyle yüzleşiyorsun. Ben yüzleşemiyorum."

Artık on seneyi ardında bırakmıştı. Kendini de on senesiyle birlikte geçmişte unutmuştu. 20 Eylül'ün kahrolası saatlerinden sonra bir kez bile Ankara'ya adımını atmamıştı. Hatta adını bile duymamıştı çünkü ne haber dinliyor ne de gazete okuyordu. Tamamen kendini hayattan izole etmişti. Hem de tam on yıldır. Artık yuvası, Bolu'daki küçük dağ evi ve ailesi Bozatlılardı. Çünkü onun ailesi de yuvası da yangında kavrulmuştu. Yuvası yanan birisi eskisi gibi olamazdı. O da çok değişmişti.

Kendini karların üzerine attı ıslanmayı umursamadan. Yıllardır tek değişmeyen şey, göğe karşı duyduğu sevgi olmuştu. Yine de bazen bakmak acı getiriyordu. Hayallerini çalan o yangın olmasaydı, bu yaşında dediği gibi Harbiyeli olacaktı. Jetiyle bulutların üzerinde uçacak, sonra alçalarak Ankara'sına tersten bakacaktı. Akıncılar Filosundan çıkıp Anadolu'da süzülecekti. Şimdi ise sadece metrelerce yukarısında olan hayaline bakıyordu. Başka yapacak bir şeyi yoktu.

"Sen seksen iki yıldır yetimsin, bense on... Biliyorsun acımı. Söylesene, ne zaman geçecek?"

Cevap gelmese de biliyordu işte. Asla kalbindeki bu sızı yok olmayacaktı. Küçüklüğünden kalan umut duygusu artık yoktu. Çaresiz bir adam için umut intihardı. O ise on yıl önce ormanın derinliklerinde yanan çocuk ruhunun kurtulamadığı etten kemikten bir hapishaneydi.

Her zamanki hüznüne tekrar boğulacakken yolda ortalıkta kaybolan kurt köpeğinin sesini duydu. Karların üzerinde doğruldu ve ona doğru gelen kurda bakındı. Anadolu'nun her rengini barındıran tüyleri karda hemen kendini belli ediyordu. Ağzı kanlıydı ve dişlerinin arasında kahverengi tüylü bir hayvan tutuyordu. Büyük ihtimalle tavşandı çünkü kurdu, tavşanları çok severdi.

Koşarak aralarındaki mesafeyi kapattı ve ağzındaki tavşanı kucağına bıraktı büyük kurt. Gazi, kanlar içindeki kemikleri kırılmış tavşana karşı yüzünü buruşturmaktan geri kalmadı. Kurduyla on yıldır birliktelerdi ve bunca yıl London onu da bir kurt olarak benimsemişti. Getirdiği hayvanların haddi hesabı yoktu. Kafasındaki gri tüyleri eldivenli elleriyle sevdiğinde oturur pozisyona geçti hemen. "Aferin kızıma, sayende baba bugün aç kalmayacak," diye dalga geçti şapşal canavarıyla. Sonra tavşanı kulağından tutarak karlar üzerine, kurdun önüne bıraktı. "Hadi, karnın açtır. Sen ye."

BİZİ BEKLE | ANTEBELLUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin