TEOMAN - Güzel Bir Gün
BÖLÜM XI - Sarsıntı
"İnsan, kendi felaketi olmadan var olamaz."
-Thomas Bernhard
Bazen hatıralar, elini yakan ateşten daha acımasız oluyordu.
Sanki sivri bir demir tutuyordu elinde; ucunu kızartıyor, sonra da göğüs kafesine bastırarak bir yanık izi daha ekliyordu kalbine. Kaç tane olduğunu sayamıyordu bile; belki çokluğundan, belki yokluğundan, belki de çok korktuğundan. Kendisiyle her yalnız kaldığında olduğu gibi yine anıları yönetiyordu onu. Oradaki sıcaklık bile onu ürkütmeye yetiyordu, işte o kadar yabancılaşmıştı her şeye. Kardeşine. Ailesine. Kendisine.
Öyle bir kimsesizlikti ki hissettiği, cızırdayan lambalar yüzünden onu terk eden gölgesine dahi tutunmaya çalışmıştı. Olmamıştı; lamba sönmüş, tek sahip olduğu karaltı da onu ardında bırakıp gitmişti. Işığın gelip izbe sokağı biraz da olsa aydınlatması için çaresiz bir uğraşla kırık sokak lambasının gövdesine tekmesini geçirmişti ama o da nafileydi. Kendi seçtiği karanlıkta, ona mecbur bırakılan yalnızlığındaydı. Haklısın gölge, diye hak bile vermişti ondan daha cansız siluete. Kuklayım ben, zihnimin kuklası... Oyunlarına geldim, aldandım. Yenildim ben gölge. O yüzden git! Yolu aydınlık, önü açık olan birisine çoban ol! Ben zaten ilerimi görememeye alıştım. Haklısın, haklısın gölge. Herkes gibi sen de beni bırakmakta haklısın.
Kendinden ve varlığından habersiz bir köşeyi dönüyor, başka bir sokağa çıkıyordu. Tanıdıktı bu kaldırımlar. Yabancıydı bu insanlar. Eskide kalmıştı çünkü her şey, değişmişti, farklılardı artık.
Ah, esir şehir Ankara'sı... Geçmişindeki kömürle karalanmış bir anı haritasından ibaretti yalnız.
Soğuktu, belki eskisinden daha sıcaktı ama yine de ayazı iliklerine kadar hissediyor ve bundan büyük bir zevk alıyordu. Bembeyaz kesilmiş ellerini oynatmaya çalıştı. Neredeyse buz kesilmişlerdi, attığı yumruğun izini taşıyan parmaklarının hareketi oldukça ağırdı. Ayrıca yanında bir sızı da taşıyordu, Aralık'a daha günler olmasına rağmen kıştan nasibini almıştı, donuyordu. Dünyadaki ilk on senesinin hayallerinin üzerine inşa edilmiş en büyük düşü gibiydi şu an her şey. Sıcaktan nefret ediyorum, kordan korkuyorum. Allah'ım duy sesimi, senden tek dileğim içimdeki yangının sönmesi... Donmak istiyorum. O günü unutmak pahasına her yerim buz kaplasın istiyorum. Damarlarımdaki kan dahi dursun, benimle birlikte donsun, içimdeki hiçbir şey sıcak kalmasın istiyorum. Allah'ım, lütfen duy sesimi. Bir daha hiç ısınmamak istiyorum. Bunu dilediğinde sadece on üç yaşındaydı. Sonra büyüdü, yirmi oldu. Yaşıtlarının derdi sadece kaldığı dersi geçmekken o sadece ölümünü hayal etti, kafasında senaryolar kurdu ve...
Nerede benim tragedyamın sonu?
Anılar tiyatrosu, zihninde sürekli atladığı yere döndü birden. Hayatın bittiği, başladığı, devam ettiği o zamana. Hepsi bir anda oldu, hepsi bir anda yaşandı. Nasıl diye sormayın, öyle yanlış oldu ki tüm doğruları da arkasından sürükleyip uçurumdan attı. İçi bomboş kaldı. Hayat bitti, başladı, devam etti. Öylece oldu, öylece yaşandı. Kimse kazanmadı.
Başına giren ani sızıyla parmaklarını saçlarına daldırdı ve gücünün son damlalarıyla altın tutamları derisini kaldıracak kadar sert çekiştirdi. "Hayır, hayır," dedi kendi kendine, kafasını iki yana salladı hızlıca. "Bir daha olmaz. Geriye dönemem. Hayır. Başladığım yere geri dönemem."
Aslında, kandırdığı kişi yine kendisiydi. Başladığı yere dönecek hali yoktu elbette. Daha da arkaya, olduğundan da öncesine gidecekti. Dayanamayacaktı ama bu da alıştığı bir durumdu artık. Kaderi elini kolunu bağlayıp ona olanları izlettiğinden beri böyleydi, soyadı Başeğmez'di ama çaresizliği ona boyun büktürmekten başka bir işe yaramamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİZİ BEKLE | ANTEBELLUM
Novela JuvenilGördüklerin yanıltıcıdır. Yaşadıkların riyakardır. Sırların tek gerçek olandır. Kendi savaşında mağlup olduğunu sanan genç adam, kaderinin yirmi yıllık kâğıdını ortasından yırtmıştı. Birisini yakmış, birisini de saklamıştı dibini göremediği mağarala...