Queen - These Are the Days of Our Lives
BÖLÜM VI - Satranç
"Savaşacağım tek şey içimdeki diğer bendi."
-Stefan Zweig
Dün gece saatlerce bağlama eşliğinde türküler söylemişler, rakısız sarhoş olmuşlardı anın büyüsüyle. Rütbeli rütbesiz herkes katılmıştı onlara. Sanki o gün herkesin büyük bir derdi vardı. Sanki o gün türküler söylenmese bugüne uyanmak için güç bulamayacaklardı kendilerinde.
Gazi, yıllardır son kalan güç damlalarını kullanıyordu. Bu hayat başkaları adına yaşamak için çok kısaydı ama kısa olduğu kadar dayanılmazdı da. İçinde yılların dindiremediği süregelen yangın her geçen güç başka bir şeyi küle çeviriyordu. Yüreğinde başlayan alevler neredeyse her kemiğini yakıp geçmişti. Şimdi ise sıra benliğine gelmişti. Ateş sıçramıştı bile, her şeyini yok etmeden sönmeyecekti.
London'ı alıp askerliğin dışında kalan tepelik bölgeye getirmişti. Yine de onu tasmasız salmadıkları için hayvan sürekli tasmayı çekiştiriyor, onu çıkartmak için türlü hareketler sergiliyordu. Biraz ileride Gazi, telefon çeksin diye uğraşıyordu. Salih da canavar gibi duran hayvanın yakınında ve uzağında duruyordu.
Salih, London'a acıyıp tasmasını çıkarmak için hamle yapmış olsa da London az kalsın onun kolunu ısıracak olduğundan bir daha hayvana yaklaşmamıştı bile.
Telefon onundu. Gazi'nin telefonu yoktu. Seyit'ten alabilirdi fakat bunu biraz gizli yapmak istiyordu. Fazıl Amcasını hiç arayamamıştı buraya geldiklerinden beri ki Gazi emindi ki Seyit her fırsatta arıyordu. Seyit normalde çok konuşan birisiydi. Eğer güzel şeyler konuşuyor olsalar Seyit durmadan bunu anlatırdı.
Seyit'in ağzını bıçak açmıyordu.
Bu yüzden ondan gizli aramaya çalışıyordu. Salih'in içeriye soktuğu kaçak tuşlu telefonuyla kaçıncıya numarayı tuşlasa da telefon yeterince iyi çekmiyordu. Kaçak telefon olduğu için içeriden de arayamazdı. Tek şansı bu tepeydi.
"Hadi be ya, bir dakika bari konuşayım," diye söylendi ve sinirle telefona vurdu. "Zaten bir kere istediğim bir şey olsa gidip Seyit'i kurban edeceğim."
Onu şaşırtmayan bir şey oldu ki hiçbir şey olmadı. Aslında karşıda başka bir tepe daha vardı ama Salih'in yorgun yüzünü gördüğünden oraya gitmeyi teklif bile etmedi. İçinden saydıra saydıra Salih'in oturduğu ağacın yanına geldi. "Çekmedi," dedi ve telefonu ona uzattı. "Eyvallah."
"Hadi be! Üzüldüm."
"Ne yapalım, başka yol bulacağız," dedi ve yenilgiyle Salih'in yanına oturdu. Onu duyan London, seke seke ağacın dibine geldi ve kuyruk salladı. Gazi, eline bir dal parçası alıp uzağa attı. Hayvan sanki dünyanın en önemli şeyini kurtarmaya gidiyormuş gibi depar atarak yanlarından ayrıldı.
"Senden başka herkese fazla asabi," dedi Salih, sanki belgesel izliyormuş gibi kurdun hareketlerini izlerken. "Nasıl kurt gibi vahşi bir hayvanı evcilleştirdin merak ediyorum? Nasıl ısındı sana?"
"Çok küçükken tanıştık biz," derken dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Birbirimizin kimsesi olunca da kimseye ihtiyaç duymadık."
Eline kumları alıp yere döken Salih, söyleyecek bir söz bulamadı. Bunun üzerine ne denilebilirdi ki? O da sessiz kalmanın mantıklı bir davranış olduğuna kanaat vermiş, yanındaki genç adamla gürültülü sessizliklerini paylaştılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİZİ BEKLE | ANTEBELLUM
Teen FictionGördüklerin yanıltıcıdır. Yaşadıkların riyakardır. Sırların tek gerçek olandır. Kendi savaşında mağlup olduğunu sanan genç adam, kaderinin yirmi yıllık kâğıdını ortasından yırtmıştı. Birisini yakmış, birisini de saklamıştı dibini göremediği mağarala...