Bölüm VII - Huzursuzluk

53 10 126
                                    


Athena - Geberiyorum

BÖLÜM VII - Huzursuzluk

"Zaten dünyanın hangi köşesinde huzur kaldı ki..."

-Zülfü Livaneli

Düşün düşün nereye kadardı? Anılar ne kadar daha kanardı? Canavarlar hep zihinleri mi kapardı? Arkasına bakmadan koşsa, geçmişinden nasıl kaçardı?

Her şey üstüne geliyordu. Basit bir satranç oyunu bile kafasında babasını tekrar oluşturuyordu. İyi değildi, hem de hiç değildi. Binadan saniyeler içinde ayrılmış, sabah hiç koşmamış gibi pentatlon alanında turlamaya başlamıştı. Saatlerce koştu hem de. Ciğerleri çalışmasa bile koştu.

Ama geçmişinin kalıntılarından kurtulamadı.

Bolu'dayken hep şöminenin önünde anıların esiri olup ağlamayı düşünürdü ama büyük ateş yığınına asla o kadar yakın olamazdı. O şömineye uzunca baktığında ilk önce avuç içi, sonra kulağı, ardından kalbi sızlıyordu.

Gazi'nin anne ve babası inançlı insanlar değildi. Fazla rasyonel düşünürlerdi. Onlardan kaynaklı bir inanç eksikliği vardı küçükken. Fazıl Amca, ona gücü duanın verdiğini söylediğinde camiye gitmek istemişti. Fazıl Amca ise köyün imamıyla onu tanıştırmıştı. Ailesinin öldüğünü bilen imam ona topraktan geldik, toprağa gideceğiz demişti. On üç yaşındaki öfke problemleri olan Gazi bu cevabı hiç beğenmemişti. Adamın yakalarına yapışıp "O zaman benim ailem neden küle döndü? Onlar ateşten mi var oldu? Söylesene! Bunun da cevabını ver!" diye bağırmıştı. Hiç etik bir davranış değildi ama yapmıştı işte. Eğer ki Fazıl Amca onu on beş yaşlarında götürmüş olsaydı adama yumruk bile atardı.

"Gazi! Gazi!"

Bu ses onu zihninin mapushanesinden kurtarmamıştı. Hatta öyle ki kafasında duyamamıştı bile onu. Kardeşinin sesi git gide yakınlaşmış fakat o sağır olmaya devam etmişti.

Bir anda önüne birisinin geçmesiyle kendini durduramadı, onunla birlikte yere yuvarlandı. Acı dolu inleme sesini duyduğunda şaşkın bakışlarla ezdiği bedenin üzerinden yana kayarak yere uzandı. Çarpıştığı kişi Seyit'ti.

"Lan ayı! Lan mamut! Lan dinozor! Lan, lan!" Yattığı yerden yana kayarak onun bacağına tekme geçirdi. "Ezdin beni dünyanın en büyük yaratığı! Ah, kaburgalarım. Narin kalbimi sarmalayan cânım kaburgalarım!" Elini göğsüne atıp biraz daha acıdan kıvrandı. "Böbreklerim çıktı ya! Nesin ulan sen, nesin mutant herif!"

Barlas tepelerinden bakarak otuz iki diş sırıttı. "Gazilla."

Özde onun karnına vurdu.

Seyit yattığı yerden oturma pozisyonuna geçip elindeki çakıl taşlarını temizledi. Ondan sonra da omzuna yumruk geçirdi. "Nerdesin lan sen? Bak, iki saat!" Saatine vurdu. "Koskoca iki saattir seni arıyorum. Dedim kesin kaçtı bu amazon Bolu'ya."

"Ben dedim, beni yenemedi diye kahrından kendini katrana boğmuştur." Barlas onu tepeden tırnağa süzdü. Hala nefes nefeseydi. "Bence yine de boğulmuş sayılmalısın. Totalde nefes alamıyorsun."

Özde göz devirdi. "Sen de onu yenememişsin ne bu tavırlar?" Sırıttı. "Seni Amiral Kösle'ye söyleyeyim de dayağını ye."

Barlas sanki yumruğu hissetmiş gibi elini yamuk burnuna çıkardı. "Sakın ha! Bir darbe daha alsa valla kıkırdak bile kendini salar. Tek hasarlık canı kaldı burnumun!"

Onların dediği hiçbir söz zihin surlarından geçmedi. Kafasını yere yaslamış, gözlerini sımsıkı kapatmış, baş dönmesinin geçmesini ve soluklarının düzene girmesini bekliyordu. Vücudundaki tüm damarları sanki nabzıyla birlikte şişip iniyordu. Kılcalları kesilmiş de vücudu kan dolmuş gibi de derisi yanıyordu. Çok yorulmuştu. Her anlamda.

BİZİ BEKLE | ANTEBELLUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin