Bölüm XII - Düşüş

52 7 131
                                    

Heyy, selamlarımı sunuyorum size küçük okuyucu topluluğu! Aylardır buraya gelemediğimin farkındayım, maalesef sınavlar ve ödevlerle boğuşmaktaydım ama bence 12 bin kelimelik bir bölüm yazarak hatamı telafi etmişimdir. Etmişimdir, değil mi? *gergin gülüş* Neyse, yazacaklarım bu kadardı sanırım. Sizi biraz da olayların Çağmanlardan bakış açısına götüreyim... İyi okumalar!

STONE SOUR - Through Glass

BÖLÜM XII - DÜŞÜŞ

"Hiçbir şey değildim ben, bana bağlanmaya değmezdi, yaşamım başka yerdeydi benim, mutluluktan nasibi yoktu bu yaşamın."

-Albert Camus

Saatler önce, restoran:

Tehlike, tehlike, tehlike...

Çağman erkeklerinin ağzından başka bir kelime çıkmıyordu sanki.

Gazi mekandan çıkalı dakikalar geçmiş, belki de bir saati doldurmuşlardı. Alparslan Çağman'ın görevi ertelemesine üstün seviyede kızan Barlas kendini tutamayarak masaya elini vurduğundan yemek takımın bir kısmı yere saçılmıştı. Ardından ortamdaki varlığını sürdüren ama mental olarak orada asla olmayan Seyit'in üstüne gitmişti. "Bir şeyler biliyor musun? Gazi sana o günü hiç anlattı mı?" cevap, hayır. "Ailesi? Ailesi hakkında konuşmuştur illa ki? Onu da mı bilmiyorsun?" cevap, hayır. "Nasıl? Nasıl olabilir bu? On senedir beraber yaşamıyor musunuz siz?" cevap, hayır.

Seyit bir kez daha anlamıştı, Gazi'nin yanında nefes alan bedeni aslında bir cesetti.

On yıldır evini paylaştığı kişi Gazi değil, onun kalıntılarıydı.

Kardeşini ilk defa o kadar duygu yüklü gördüğü için sevinse mi üzülse mi bilmiyordu. Onun pes edişlerine, düşüşlerine daha önce de şahit olmuştu. Hiçbirisi... Hiçbirisi böylesine dengesiz, çaresiz ve korkunç değildi. Bu başkaydı. Bu ayrı bir kasırgaydı.

Aynı Gazi gibi Seyit de sessizliğini koruyunca Alparslan Çağman onun da gitmesine izin vermişti. Telefonunu aldıktan sonra bir saniye bile beklemeden restorandan ayrılmış, General'in emriyle onu getiren arabaya yürümüştü. Özde de abisi ve babasının ona bakmamasından yararlanarak Seyit'in arkasından gitmişti. "Seyit!" diye seslendiğinde Seyit eli kapıda bir şekilde durmuş ve Özde'ye başını çevirmişti. "Onu bulmaya gidiyorsun, değil mi?"

Seyit dümdüz bir ifadeyle Özde'ye bakmıştı. "Baban bunu yapmamı mı söyledi?"

Özde anlamazca kaşlarını çatmıştı."Hayır?"

"Öyleyse gitmiyorum."

Arabanın kapısını açtığında Özde, onun kolundan tutmuştu. Seyit bıkkın bir şekilde tekrardan Özde'ye dönmüştü. "Bu ne demek Seyit? Nasıl gitmiyorsun?" diye inat etmişti Özde. "O senin kardeşin. Böyle bir günde yalnız mı bırakacaksın?"

Seyit elini kapının üstüne koymuş, yönünü tamamen Özde'ye çevirmişti. "Özde," demişti zor koruduğu sabrıyla. "Dediğin gibi, o benim kardeşim. Onu elbette ki yalnız bırakmak istemiyorum ama bunu kendisi seçiyor, hep böyle yaptı, hep böyle yapacak. Sütten kaç kez ağzım yandı, artık yoğurdu yemeyi bile düşünmüyorum."

"Kötü zamanlarında seni itmesini mi kaldıramıyorsun?" Özde inanamazmış gibi gülmüştü. "Gururundan gitmiyorsun yani?"

"Benim değil, onunu gururu." Kafasını tebessüm ederek iki yana sallamıştı. "Bana ihtiyacı olduğunu biliyorum ama olur da onu bulursam kovar beni. Gitmezsem o gider. Yakalayamam. Kaçar." Boştaki elini sakince Özde'nin omzuna koymuştu. "Yemek için Çağman ailesine onun adına da kendi adıma da teşekkür ederim. İyi akşamlar size." Bize zaten akşamlar uzun.

BİZİ BEKLE | ANTEBELLUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin