13 Temmuz 1965

51 6 0
                                    

13 Temmuz 1965

Sevgili günlük,

Aklımın kış vaktinde bulduğum mutluluk çiçeğim, gönlümün ilkbaharında öyle bir çoğaldı ki gönlümün feryadı bastırdı aklımı. Yaklaşık bir hafta önce evin içindeki sessizlik içimi ürpertti. Bu ürperti büyüdü içimde, kocaman bir bulut oldu. Yavaş yavaş hazırlanıp çıktım evden. Aslında niyetim bir kitapçıya gidip evden biraz uzaklaşmaktı ama öyle olamadı. Evden çıkıp biraz yürüdüm sokakta. Top oynuyordu çocuklar köşede. Yanlarından geçerken topları kaçtı, yanıma sürüklendi. Topu durdurup onlara geri verdiğim an beni de davet ettiler oyunlarına. Kıramadım, ben de dahil oldum. 

Oynadık bir müddet çocuklarla. Uğur'u göremedim ama aralarında. Sormadım da gerçi. Oyunun bitmesine yakın Uğur yanında Emel Hanım'la göründü sokağın başında. Emel Hanım, elinde tuttuğu torbadan iki zarf çıkarıp Uğur'a verdi. Uğur koşa koşa geldi yanıma, zarfları uzattı. Ben zarfları elinden alınca o, cebinden kağıt ve kalem çıkarıp yazmaya başladı. O yazarken ben de zarfı inceledim. Birisinin üzerinde Sayın Erdal Giray'a yazıyordu, diğerininkinde Sayın Daisi Laurent'a... Bana olan zarfı açtım. İçinden bir davetiye çıktı. Kafamı kaldırıp Uğur'a baktım. Kağıda "Çiçekli ablayla gelin olur mu, Erdal ağabey." yazmış. Kafamı salladım yavaşça olur, anlamında. O an Emel Hanım yanımıza kadar gelmiş. 

"Merhabalar, Erdal Bey."

"Merhabalar, Emel Hanım. Hayırlı olsun. Allah damatlığını da göstersin."

"Teşekkür ederiz. Yahu kusura bakmayın, hanımefendi burada olsa ona verirdik. O yok diye siz aklıma geldiniz."

"Benim için bir sorun yok. İyi etmişsiniz."

Biraz Emel Hanım ve Uğur'la konuştuktan sonra onlar davetiye vermeye gittiler, biz de oyunumuza  biraz daha devam ettik. 

Davetiyeyi aldığım günden sonrası normaldi. Saniyeler akmak için aktı, dakikalar tutulamasınlar diye hızla kaçtı, saatler de geçmek için geçti tıpkı günlerin birbirini kovalamak zorunda olduğu gibi...

Düğün sabahı davul zurna sesleriyle uyandım. Penceremden baktığımda çoktan kadınlar Uğurların kapısına toplanmış, masalar kurulmuş ve Uğur arkadaşlarıyla oynuyor vaziyetteydi. Pencereyi kapatıp mutfağa indim. Çayı koydum. Uğur pencereden beni görünce el salladı. Kahvaltı ettikten sonra ben de hazırlanıp mahalleye indim. Biraz Uğurla oynadım, yorulunca eş dostla sohbet ettik, faytonlar gelince eve geçtim. Evde uzun uzun ve özenle hazırlandım. Üzerime siyah takımımı giydim. Düğün, şehir kulübündeydi. Pek uzak sayılmaz diye yürüyerek gittim. Ben vardığımda düğün yeni yeni başlamıştı. İçeri girmeden hemen önce Erdemlerle karşılaştık. İçeri birlikte girip herhangi bir yere oturduk. 

Vakit ilerledikçe içim sıkıldı kalabalıktan. Sıkılan yüreğim için dışarı çıktım. Boş bir bank bulup oturdum. Gökyüzüne baktım uzun uzun, derin nefesler alırken. Ben, gecenin sonsuz karanlığında orada öylece otururken rüzgar rahat durmadı ve bana hoş bir koku getirdi. Bu koku biraz onu hatırlatınca bana, gözlerimi kapattım. Koku öyle güzeldi ki, dünyanın en güzel kokan çiçeği bile bu kıskanırdı. O an, Çiçek Hanım'ın havaalanında düşürdüğü bilekliği bileğimden çıkarıp elimin içinde sımsıkı tuttum.

O güzel rahiya gittikçe yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. En sonunda burnumun dibinde bitti. Kapattığım gözlerimi açtım yavaşça. Ve karşımdaydı... Mavi gözlerini gözlerime dikmiş derin derin bakıyordu. O bakışlarda o kadar duygu vardı ki... Sarı saçlarını arkadan dağınıkça toplamıştı. Kâküllerine değen hafif rüzgar onları dağıtırken o; kulak ardına atmaya çalışıyordu. Üzerinde siyah, dizlerinin üzerine gelen askılı bir elbise, boynunda siyah işlemeleri olan bir fular vardı. Orada tam karşımdaydı, gözlerimin tam içine bakıp gülümsüyordu. 

Çiçek Pencereli KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin