5 Haziran 1965

78 13 1
                                    


5 Haziran 1965

Sevgili günlük,

Bugün uyandığımda sabah ezanı okunuyordu. Vardır bunda bir hayır diyerek namaz kıldım. Hava iyice aydınlanınca saate bakmadım bu defa, mutfağa geçtim. Çay koydum. Demlenmesini beklerken biraz kitap okudum. Saat kaç oldu bilmiyorum. Kitap okumaya dalmışım, çaydanlıktaki çay bitmiş... İçeri geçtim. O an bir ses işittim. Nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Hem çok yakın hem çok uzaktı. Hemen üst kata çıktım. Oradan daha rahat duyabilirim gibi geldi. Sesi takip ederek penceremin yanına geldiğimde sese öyle yaklaşmıştım ki ses avuçlarımın içinde gibiydi. 

Açtım pencereyi. Çiçek kokusu geldi önce burnuma, sonra ses gitgide huzur verdi bana. Seste biraz hüzün vardı, biraz özlem, biraz umut, biraz çaresizlik, biraz arayış, biraz haykırış, biraz sevgi vardı. Sanırım üç yıl sonra ilk defa huzuru bulduğumu hissettim. Gitmek istemedim oradan, ses hiç bitmesin, aklımdaki sesler sussun sadece o ses kalsın, rüzgâr almasın benden o çiçek kokusunu istedim

Ve müzik sustu. Rüzgâr da çıktı o an, çiçek kokusu silindi. Bacaklarım daha fazla taşıyamadı kafadaki seslerin gürültüsünü, yüreğimin ağırlığını dizlerimin bağı çözüldü, yere çöktüm. Ağlayabilirdim o an günlük! Ses kesildi diye üzüntümden bir çocukmuşum gibi ağlayabilirdim!

Sonra sayfa çevirme sesleri geldi. Yay, tellere dokundu tekrardan. Başka bir melodi geldi rüzgârla. Ayağa kalktım yavaşça. Rüzgâr şiddetlendi tekrardan, perdeleri savurdu. İşte o an bir şey oldu. Gözlerim karşı pencerede takılı kaldı. Rüzgâr içeri girmişti belli, sarı saçları rüzgârda dalgalanıyordu. Kucağında viyolonsel vardı. İnce, uzun parmakları tellerde dolanıyor; sağ eli yayı ileri geri çekiyordu. Yetenekli bir ressamın ellerinden çıkmış bir tablo gibiydi görüntü, saatlerce izleyebilir ve her bir ayrıntısına kafa yorarak derin anlamlar çıkarabilirdim. 

Neler oluyor? Kalbim mi atıyor? Ama atmayan kalp mi olur, o her zaman atıyor. Sanki bu defa bir farklı atıyor. Var olduğunu kanıtlamak ister gibi, yerinden çıkacakmış gibi atıyor, tıpkı heyecanlandığımda olduğu gibi. Sahi ya! Heyecanlanınca da böyle atıyor. Karnıma tatlı bir sancı giriyor sonra kalbim atıyor hızla. 

Ben kafamdaki sesleri susturana kadar Çiçek Hanım fark etti! El salladı hızla. Rüzgâr esti yine, örttü perdeyi. "Günaydın!" Gülümsüyordu ve benim ellerim titriyordu. Ellerimi gizlerken düşündüm de, ne büyük nimetti gülümsemesi. 

"Günaydın, Çiçek Hanım!" dedim ve devam ettim: "Ne güzel çaldınız öyle." Sesimden büyülendiğim anlaşılıyordu elbet. Keşke konuşmadan önce biraz duygularımı dindirseydim.

"Teşekkür ederim. Annem öğretmişti."

"Sizi bir gün daha yakından dinlemek isterim."

"Tabii. İstediğiniz zaman gelebilirsiniz."

Biraz daha lafladıktan sonra içeri girdim. İçeri girer girmez kendimi koltuğa attım. Düşüncelerim işgal etti yine. Kalbim yavaş yavaş Daisi Hanım'a doğru yol alıyor. Aklım Aylin diye deli oluyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. 

Kalbimin susmadığı ve aklımla bir olup bana oyun oynadıkları anlarda ne yapacağımı bilmiyorum, günlük. Düşünsene, birisi var özlediğim ama sarılamıyorsun. Dokunamıyorsun ona. Göz görmek ister, ten dokunmak ister, kalp birinin uğruna atmak ister, kulak sesini duymak ister, burun kokusunu ister... Lakin toprak kelimesinin yanına kara sıfatı gelince her şey son bulur. Elin ayağın bağlanır, çaresizleşirsin. Kara toprak yutar onu. Öylece izlersin sen de. Geriye, bir ömür dinmeyen gözyaşları ve keşke'ler kalır. 

Çiçek Pencereli KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin