26 Mayıs 1965

99 14 0
                                    

26 Mayıs 1965

Sevgili günlük,

Pazartesi günü uyandığımda güneş yeni yeni doğmuştu. Erken olduğundan biraz daha uyumak için kafamı yastığa gömdüm ama uyku tutmadı. Gözlerim duvardaki saate kaydı. Saat yediyi çeyrek geçiyordu. Ağır ağır terliklerimi giyip penceremin önüne geçtim. Önce perdeyi kaldırdım ve sonra iki yandan tutup pencereyi açtım.

 Bazen yapılan herhangi bir iş sizi olduğunuz zamandan geriye itebilir veya bulunduğumuz zamanın ötesinden bir pencere açar. Bu geriye itiliş bize eski hatıralarımızdan bir tanesini hatırlatır. Hatırlatılan şey içimizin çok derinlerinde dolanan bir his de olabilir, yanımızı yakan bir unutulmuş da. Eğer zamanda geriye gidip o hatıraya dokunursanız vücudunuz deprem oluyormuşçasına sarsılır. Şanslıysanız da gelecekteki pencereden olacakları izlersiniz. Benim, odamdaki pencereyi açışım da keşke beni geleceğe götürseydi ama olmadı. Sadece eskimiş, yırtık pırtık ve kirli bir hatırayı hatırlamama neden oldu. Karşı pencerede çiçek pencereli kadını gördüğümde geçmişten şimdiki zamana fırlatıldım. Akrep ve yelkovan onun olduğu tarafa dönmeye başladı.

 Penceresinin önünde küçüksaksıları vardı, içinde her çeşitten çiçekleriolan. Ama en çok papatya vardı. İncecik elleriyle tek tek çiçekdikiyordu. Arada yüzüne düşen küçük saçlarını elleriyle kulağının ardına savurup işinedevam ediyordu. Bir süre hiçbir şey demeden sadece izledim. Ama uzun bakışlarımsanırım bir yerden sonra kendimi belli etmeme neden oldu. Bir an durdu ve banabaktı. Önce şaşırdı sonra da gülümseyerek"Günaydın!" dedi. Bir an sersemlesem de hızlıcacevap verdim:

 "Günaydın!"

 "Önce kitap arkadaşı şimdi de komşu olduk. Sırada ne var acaba?" Bu sorusu ikimizi de güldürmüştü. Sonra aniden ciddileşti.

 "Birkaç gün sonra kitap alışverişine çıkmak istiyorum. Benimle gelmek ister misiniz?"

 "Tabii."

 "O zaman ben size haber veririm."

 "Anlaştık!" El sallayıp penceremi yavaşça kapattım.

 Bugün de erkenden kalkıp üzerime bir şeyler geçirdikten sonra evden çıktım. Erdem, düğün günü sözleştiğimizde bir adres vermişti. Verdiği adres uzaktı biraz. Saat da epey erkendi. Bu yüzden yavaş yavaş otobüs durağına gittim. Durağa gelince saate baktım, daha çok vardı. Oturup beklemeye başlamışken karşıdan çiçek pencereli kadının geldiğini gördüm. O da beni fark edince gülümseyip selam verdi.

 "Selam!"

 "Selam." Yanıma gelip oturdu.

 "Yine karşılaştık demek!"

 "Değil mi ya!"

 "Eh, nereye gidiyorsunuz böyle?"

 "Bir arkadaşımın yanına... Siz nereye gidiyorsunuz?"

 "Kuzenimin yanına gidiyorum."

 Otobüs gelince binip boş bir yere oturduk. Birkaç durak sonra aynı yerde indik. Birbirimize iyi günler diledikten sonra yolumuza devam ettik. Yarım saat sonra evin önündeydim. Kapıyı Erdem açtı. "Hoş geldin, dostum."

 "Hoş buldum."

 "Ben birkaç saat bekleriz diye düşünmüştüm ama çabuk geldin." Erdem'e öyle bir baktım ki hemen susup beni içeri soktu. Oturma odasına geçmiştik. Biraz havadan sudan konuştuk. Zeynep kahvaltı hazır deyince bahçeye geçtik.

 Günlük;  bu benim ne tesadüfüm ne de kaderim, bu şey gerçekten bambaşka bir şey. Bahçeye girdiğimde çiçek pencereli kadının orada olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Onu tam karşımda görmeyi beklemiyordum. Masaya oturduktan sonra her şey çok hızlı oldu. Sanırım uzun zamandır hiç böyle bir kahvaltı yapmamıştım. Eskiden annem hazırlardı. Annem iş için gidince ablam hazırlamaya başladı. Ama o da okumaya gitti. Sonraları Aylin hazırlamaya başlamıştı. Sonrasını... biliyorsun işte.

Kahvaltıdan sonra Zeynep ve çiçek pencereli kadın mutfakta bir şeyler yaparken biz de oturma odasına geçtik.

 "Nasıl o kadar erken gelebildin?"

 "Dalga geçme!"

 "Yok, dalga geçmiyorum dostum. Cidden merak ediyorum."

 "Arabalarla karşılaşmayayım diye erken kalkıp durağa gittim de kaçırmışım otobüsü. Otobüs gelene kadar da zaman geçti tabii. Sonra dualar ederek bindim otobüse. Buralarda pek yok araba. Epeydir böyle, bilirsin. Zaten hep otobüse nasıl bineceğim diye düşünüyordum."

 "Durakta kimseyle karşılaşmadın yani?"

 "Dostum, tam olarak duymak istediğin ne?"

 "Az evvel aynı sofrada oturduğun kadın... Daisi."

 "Bir dakika!" Tüm bedenimle Erdem'e dönüp koluna dokundum. Sonra hiçbir şey demeden biraz düşündüm. "Neden söyledin ismini! Ben ondan duyana kadar gizli kalsın isterdim!"

 "Ondan duyacak kadar samimi misiniz?" Bu soruyu yanıtsız bırakıp devam ettim.

 "İyi de sen nereden biliyordun bizim karşılaşacağımızı? Ya da dur, her şeyi en baştan anlatsana. Kim bu Daisi?"

 "Daisi, Zeynep'in kuzeni."

 "Ama aksanı bozuk. Belli ki Türk değil."

 "Zeynep'in annesi yani Firuzan teyze üç kardeş. Daisi'nin annesinin adı Leyla. Leyla teyzenin kocası da Fransız bir adam. Daisi onların tek çocuğu. Ben de Leyla teyzeyi çok hatırlamam çünkü Fransa'da yaşıyorlarmış. Biz çok küçükken gelmişlerdi ama kısa bir süre kalıp gittiler. Hatırlarsın belki diyeceğim ama çok küçüktük. Leyla teyze, Daisi on altı yaşındayken vefat edince Daisi de babasıyla büyümüş. Bir tane de üvey kız kardeşi var. Daisi şu an yirmi beş yaşında ve daha fazla dayanamayıp Leyla teyzelerin eskiden oturdukları eve taşınmış."

 "Peki durakta buluşacağımızı nereden biliyordun?"

 "Davetiye dağıtmaya geldim ya. Ben senin zilini çalarken Zeynep de Daisi'ye gitti."

 "O zaman bu kahvaltı olayı da-"

 "Aynen öyle, dostum" İçeri Zeynep ve Daisi girince susmak zorunda kaldık.

 Birkaç saati daha orada geçirdikten sonra Daisi'yle evden ayrılıp mahalleye kadar birlikte yürüdük.

 İşte böyle, sevgili günlük. Şu an bütün bu kelimeleri sana yazarken aklımda bir sürü soru var. Onun hakkında bir sürü şey öğrenmek istiyorum. Onun hakkındaki bu bilgi arayışımın sebebi tesadüflerin birleşerek kaderimi oluşturmasıdır. Bir şekilde kaderime dahil olacağını düşünüyorum. Bu dahil oluş ne biçimde olur şu an pek göremesem de hissediyorum, günlük.

Çiçek Pencereli KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin