28 Haziran 1965

70 8 0
                                    

28 Haziran 1965

Sevgili günlük,

O kadar özlemişim ki yazmayı. Son birkaç gündür elimi neye atsam eskisi gibi olmuyordu sanki. Hal böyle olunca kendimi hiçbir şey yapmaya zorlamadım. Belki de sadece solan yapraklarımdan arınıyorumdur, bir çiçek misali. Bilmiyorum.

Erdem'le konuştuklarımızın ardından sadece konuştuğumuz geceyi düşünmeye ayırdım. Düşünceler ağırlaşınca kafamın içi de ağırlaşıyor, başım ağırdı o gece. Ama biliyor musun günlük, o gece uykuya dalmadan önce kararımı son kez aklımdan geçirdiğimde bir şey fark ettim. Ben zaten bu kararı belki birkaç gün belki de birkaç hafta önce çoktan vermişim, sadece kendime kabul ettirmek zormuş. Hem kendime itirafımı sindirebileyim hem de aradan vakit geçmiş olsun diye Erdem'i aramadan önce birkaç gün bekledim. Kendimden emin olduğum zaman telefon ettim. 

Boğaza kadar yürüdük. Bir ağabey vardı orada, liseden beri bilir bizi. Oraya gittik. Hafiften büyütmüş işleri. Bizi görünce ne yapacağını bilemedi, gözleri doldu. Oturttu bizi bir yere beş dakika sonra da kendisi geldi. Neler yaptığımızı sordu. En son lise son sınıftayken gitmiştik. Bahsettik biraz kendimizden. O anlatmaya başlayınca ağzımız açık dinledik. İki hastalık geçirmiş. Bir sürü ameliyata girmiş çıkmış. Dükkan işleriyle ilgilenememiş o aralar. Damadı devralmış, büyütmüş işleri. O da damadına bırakmış, emek verdi diye. Şimdi ikisi döndürüyormuş. Dükkan dolmaya başlayınca kalktı yanımızdan. Erdem'le kaldık.

"Ne yapacaksın?"

"Dediğin gibi fazla üzerinde durmadan düşündüm."

"Ne oldu sonra?"

"Kafamı geride bırakıp ileriye döneceğim. Ne Aylin'i unutup saygısızlık yapacağım ne de Daisi'yi üzeceğim. Sadece bir hafta deneyeceğim. Kötü hissedersem bırakıp eski hayatıma dönerim. Ama bir kez daha dönersem o karanlığa daha da toparlayamam zaten."

"Tamam dediğin gibi sadece bir hafta dene. Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin sadece zamana bırak. Güzel şeyler zaman alır o yüzden yavaşça otursun her şey birbirine. İnan bana, aşırı güzel olacak. Boş konuşmuyorum! Kötü hissetmediğin sürece kimsenin ne dediği pek önemli değil. Senin bile ne dediğin önemli değil. İyiyse iyidir kötüyse kötüdür, üzerinde durma."

Orada biraz daha kaldıktan sonra eve gittik. Eve gelince penceremin yanına gidip orada kitap okudum. Gözlerim yorulunca bıraktım. Tam kitabı kapatıp mutfağa inecektim ki gözlerim Çiçek Hanım'ın penceresine kaydı. Çiçekler solmuş, solan yaprakların bazısı da yere düşmüş. Çiçekler, sanki yaşanmış  birkaç kötü olayın ardından kalan tek güzel şeylermiş gibi hissettiriyordu. Üzerime ince bir hırka aldım ve aşağı indim. Yere düşen tüm çiçekleri hırkamın ceplerine doldurdum. Etrafı ufaktan kolaçan  edip eve doğru yürüdüm. Anahtarla evin kapısını açarken postacı yanaştı yanıma. Mektup gelmiş, onu verip gitti. Kapıda konuştuk biraz. 

İçeri geçince önce çiçekleri bir kutuya koydum sonra da mektubu okudum. Şimdilik tek dertleri küçük kızlarının okula başlamasıymış. Fransız bir okula gidecek mecburen. Dili bilmeyince zor olmuş. Mürebbiye tutmuşlar dil öğrensin diye. 

Oturup ben de bir mektup yazdım. Benim mektubum pek uzun olmadı. Zaten anlatacak pek bir şey de bulamadım, bol bol mahalleden bahsettim. Mektubum bitince katlayıp zarfa koydum ve masanın üzerine bıraktım. Hemen postalamadım ama, orada öylece kaldı biraz. 

Sonra bir hafta geçti, günlük. Bir hafta boyunca sadece Çiçek Hanım'ı düşündüm. Sadece onu anlattım yazılarımda. Zaman geçmek bilmezdi önceleri. Ama şimdi ben arzu ederken zamanın donmasını, sanki bana inat edip bitti gitti hızla. Bilmem kaç saat bilmem kaç dakika geçti ama çıkmadı Çiçek Hanım aklımdan. Gözümü açsam da o vardı, kapatsam da, uyanıkken de aklımdaydı, uyurken de... Sadece aklımda olması bile elimi ayağıma dolandırdı. Bir hafta boyunca kafanda bir insanla yaşayınca alışıyorsun her sabah mutlu uyanmaya, şarkılar söyleyerek çöp dökmeye gitmeye... Denedim, gerçekten denedim ait olmayı. Sonunun meçhullüğünde boğulacağımı bile bile vazgeçmedim. 

Bir hafta bitince Erdem'i aradım yine. Neler olduğunu sordu. Bir haftada neler yaptımsa anlattım hepsini. Bana, devam etmem gerektiğini söyledi. Biraz daha konuşup kapattık. Telefonu kapattığım gibi aynaya koştum. Üç yıl sonra ilk kez uzunca baktım aynaya, günlük. Önce biraz korktum, geri gitti ayaklarım. Sonra bacaklarım titredi daha fazla ayakta duramadım, yere oturdum. 

O adam ben değilim, günlük. Gerçekten ben değilim. O, sadece bana benzeyen bir başka insan. Aylin'den sonra boyum uzamış biraz, büyümüşüm. Sanki zayıflamışım da. Hayır, çelimsizleşmişim. Gözlerim simsiyah ve kötü bakıyor, çok yorgunlar ama içi gülüyor. Ruhum yaşlanınca bedenim de ayak uydurmuş sanki. Yaşımın gençliği dik durmamı sağlıyor. Elimi kalbime götürdüğümde sadece atıyor. Aniden o gelmedikçe aklıma sadece atmak için atıyor. İçim ilkbaharı yaşarken aklım kışta kalmış gibi hissediyorum, günlük. Çelişkilerin en büyüğü bendeki! Hiçbir kelimeyle anlatamıyorum, hiçbir şekilde tasvir edemiyorum. Karmakarışık duyguların kapana sıkıştırdığı birisi sadece.

Sonra günler geçmeye devam etti. Mektubu postalamaya gittiğim gün yolda siyah renkte yavru bir köpek gördüm. Pek küçüktü ama küçüklüğüne aldırış etmeden çöpleri karıştırıyordu. Biraz izledim ne yapacak diye. Yanına biraz daha büyük bir köpek geldi. Ağzındaki kemik parçasını yavru köpeğin önüne attı. Annesiydi sanırım, bilmiyorum. Yolumu değiştirip koşa koşa köpek maması satan herhangi bir yerden mama aldım. Geri geldiğimde hala oradaydılar. Hem besledim onları hem sevdim. Yanımıza diğer köpekler de geldi. Onlara da verdim mamadan. Sonra hepsinin başını okşayıp eve yol aldım. Tam kapıyı açıp eve girecektim ki bir ses geldi. Takip etmişler beni kapının önüne kadar. Kapının önüne su da koydum, tekrar gelirler diye. İyi ki de koymuşum, arada gelip içiyorlar.

Son olarak günlük, birkaç gündür garip telefonlar alıyorum. Her gün aynı saatte çalıyor telefon. Alo, dediğimde kapanıyor. Bugün bakmamayı denedim ama ısrarla beş kez arayınca açtım telefonu. Sanki o an çok kısık bir iç çekiş duydum. Alo, dedim ama bu sefer kapanmadı telefon. 

"Alo, duyuyor musunuz?" Biraz bekledim belki cevap verir diye ama cevap gelmedi.

"Sesinizi duyamayacaksam rica ediyorum aramayın bir daha." Telefonu ben kapattım bu sefer. Bekledim tekrar çalmasını ama çalmadı. 

Yokluğumda bunlar oldu işte. Günlük, şu an fark ediyorum da kendime çektirdiğim zulümmüş. Hayata devam etmek Aylin'i unutmak demek değilmiş. Aksine, ona saygı duymakmış, düşünmekmiş onu. En başından beri gün saymayı kesmeliymişim ikimizin de iyiliği için. Mutluluğa ulaşmak için hayaller kurmalıymışım meğer... Biraz uzun sürmüş de olsa sanırım mutluluğu buldum ben, günlük. Onu bir çiçekte buldum. 

Çiçek Pencereli KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin