27 Temmuz 1965

28 6 0
                                    

27 Temmuz 1965

Sevgili günlük,

Yağmur dolu bulutlarımdan yeni yeni boşalmaya başlayan yağmur, içimin fenalığını da alıp götürüyor sanırım. Artık aynaya baktığımda göremiyorum eski karanlığımı. Sanki bana has ve hoş bir ağırlık çökmüş üzerime. Göremiyorum saçımdaki beyazları, sadece siyahlarımı beyazlatmayı diliyorum aklımdakiyle.

Dün gece bir şeyler yazmak için masamın başına oturmuştum. Geri verdiği mendile bakıp bakıp bir şeyler karaladım. Yazmaya dalınca uykum da gelmedi. Farkında olmadan sabahı etmişim. Onca saat boyunca ne zaman kapatacak olsam gözlerimi onun hayaliyle açtım. Her şeyde onu bulup aklıma düşürüyorum. Sonra da yapacaklarımı unutup boş boş, yüzümde hoş bir gülümsemeyle kalakalıyorum. En güzel betimlemelerde de en basit cümlelerde de onu buluyorum. Hep böyle oluyor, günlük! Elimi ne zaman bir şeyler yapmak için uzatsam aklımda onla kalakalıyorum.

Bugün de sabahı etmişken güneşin doğuşunu izledim penceremden. Artık güneşin doğuşu ya da batışı eskisi gibi hüzünlü hissettirmiyor aksine umut veriyor içime. Yeni başlangıçlar için adım atmaya bir fırsatmış gibi geliyor.

Güneş epey tepeye çıktığı vakte kadar dışarıyı izledim. Kuşlar uyanmaya, esnaflar kepenk kaldırmaya başladığında kalktım ama kulağıma pek zarif bir ses doldu. Kalktığım gibi geri oturdum. Kısıktı ama yakından geliyordu. Gözlerimi kapatıp sadece dinledim.

Uzun bir müddet sürdü notaların dansı sonra da sustu. Çevrilen sayfaların sesleri karıştı notaların içine. Yayın tellere tekrar değişiyle tekrar başladı dansları... Ne kadar sürdü ya da kaç nota geldi geçti bilmiyorum. Yıllarca uyuyup uyansaydım böylesine ağırca işlenmiş ama bir o kadar da hafif bir huzura eremezdim, günlük. Tatlı, mayhoş ve nefes kesici... Notalar tamamen terk ettiğinde penceremi, karşıdaki pencerenin perdesi kımıldadı sonra da çekilip açıldı.

Elindeki kapla çiçekleri teker teker suluyordu. Fark etmedi beni, ben de seslenmedim. Öyle narince dokunuyordu ki her yere sanki dokunduğu yerlerde çiçekler açıyordu. Arada elini saçlarına götürüyor önüne gelenleri arkaya itiyordu. Tam pencereyi kapatacakken göz göze geldik. Derin bir tebessümle konuşmaya başladım.

"Günaydın!" Elimi salladım.

"Günaydın!" deyip o da elini salladı.

"Bugün hava pek güzel olacak gibi."

"Evet, öyle! Güneş çok parlak." Sonra sustuk biraz. Bir şeyler söylemek için sürekli derin nefesler alıp bıraktım, aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Sadece onu birkaç dakika fazladan görmek belki doya doya olamasa da izlemek istiyordum.

"Kahvaltı ettiniz mi?" dedi biraz kıkırdayarak.

"Hayır, etmedim henüz."

"Eh gelin, birlikte olsun? Hatta kahvaltıdan sonra viyolonsel çalarım size."

"O zaman yarım saate sıcacık simitlerle kapınızdayım."

"Görüşürüz o zaman!"

"Görüşürüz!" 

Penceremi kapatıp masanın üzerindeki mendili elime aldım. Midemdeki kelebeklerin kollarımdan tutup sürüklemesiyle gardıroba yürüdüm. Bir davete gidercesine uzun uzun ama pek de abartmadan hazırlandım. Mendilimi de gömleğimin cebine koydum. Evden çıkmadan kitaplarla dolu odaya gittim. Kütüphaneyle epey vakittir ilgilenmiyormuşum, her yer tozluydu. Bir kitap seçtim ona vermek için. Belki o da benim gibi kitabı başucuna koyar diye düşündüm.

Ellerimi arkada birleştirip hayaller kurarak fırına gittim. Bir an öyle kaptırmışım ki kendimi, kurduğum hayaller aklımı başımdan almış da fırını geçmişim. Hafiften koşarak geri döndüm. Fırından simit aldım, yeni çıkmışlardı! Yine ellerim arkada yürüdüm kapının önüne kadar. Kapının tam önüne gelince biraz durup soluklandım ve derin bir nefes alıp çaldım kapıyı.

"Hoş geldiniz!" İçeri gireyim diye biraz geri çekildi.

Çiçek Pencereli KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin