20 Temmuz 1965

35 6 0
                                    

20 Temmuz 1965

Sevgili günlük,

Başımın ağrısından dalmışken uykuya, yine rüyamda Aylin'i gördüm. Sonra bir mektup yazdım ona. Eline alıp okuyamayacağını bile bile yazdım mektubu. Sonra da yürüye yürüye gittim mezarına. Yazdığım mektubu bıraktım. Dua ettim biraz. Mezar taşına oturup saçlarını okşarmış gibi  toprağına dokundum. Çiçeklerini suladım. Çiçekleri büyümüş, günlük. Epey büyümüş hem de. Sanırım Aylin gerçekten de bir çiçeğe saklayacak ruhunu.

Eve yaklaşmışken yolumuz kesişti Çiçek Hanım'la. Çöpleri dökmeye çıkmıştı. 

"Günaydın, Erdal!" 

"Günaydın, Daisi!"

"Nasılsınız?"

"İyi olmaya çalışıyorum. Siz nasılsınız? İyi gördüm sizi."

"İyiyim iyiyim." Çoktan yanıma gelmişti. Birlikte eve yürüdük. 

"Nereden geliyorsunuz böyle siyah siyah?"

"Mezarlıktaydım. Rüya gördüm bugün, yanına gitmek istedim." 

Kafasını sallayıp ellerini birleştirdi. Sarı, hafif dalgalı, yarıdan toplu saçları hareketlenmişti. Sonra yavaş bir sesle: "Aslında bugün pek uygun olmadığınız belli fakat diyorum ki, acaba biraz dolansak mı? Hava pek güzel. Kötüyüm, derseniz başka zamana erteleriz." dedi. 

"Sorun yok, çıkalım bugün." 

"O zaman... Saat iki uygun mu?"

"Anlaştık, saat ikide kapının önündeyim!"

Çiçek Hanım'la vedalaştıktan sonra kendimi nasıl eve attım hatırlamıyorum. Onunla konuşurken karnıma sancılar giriyor, ellerim titriyor ve anlam veremediğim bir duygu hareketlerimi bana sorgulatıyordu. Odama koştum hemen. Madem hava güzel o zaman açık renkli bir takım giymeli diyerek tüm açık renkli takımlarımı yatağın üzerine serdim. Odamı dağıttım epey. İçime sinen şeyleri giydikten sonra saate baktım. İkiye on dakika kadar vardı. Saçlarımı düzelttim o vakitte de. Evden tam çıkacakken telefonum çaldı. Acildir diye açtım. Birkaç kez alo dedim, yine ses gelmiyordu. Telefon kapanmadan hemen önce ağlamaya benzer bir hıçkırma sesi duyuldu. Sonra da kapandı telefon. Canım sıkılmadı değil ama çok üzerinde durmadım.

Evden çıktım. Kollarımı arkamda birleştirip ağır ağır ama çocukların o bilindik hoplamalarına benzeyen bir şekilde Çiçek Hanım'ın kapısının önüne yol aldım. Pencereden gördü geldiğimi. Hemen kapıyı açıp yanıma geldi. Sarı bir elbise giyip saçlarına da sarı bir bant takmıştı. Koluma girdi sonra. 

"Planımız ne, Erdal?"

"Önce bir pastaneye gidelim diyorum. Sonrasında da... Aklıma o an gelen herhangi bir yere gidebiliriz. Kitap da alırız!"

Kolu kolumda pastaneye doğru yavaşça yürüdük. Arada sohbet ediyor arada sadece önümüze bakıp gülümsüyorduk. Pastaneye geldiğimizde çay sipariş edip herhangi bir yere oturduk. Bana, Fransa'da bıraktığı arkadaşlarını anlatıyordu. Babasıyla ilgili tek kelime çıkmıyordu ağzından. Bazen gözleri çok uzaklara dalıyor sonra sözlerine devam ederken derin bir iç çekiyordu. Gözlerini bir noktaya sabitlemiyordu. Bazen yüzüme, bazen masaya, bazen ellerine, bazen de sadece sağa ya da sola bakıyordu. Bana bakmadığında kaçamak bakışlarla gözlerine bakıyordum. Konu ne zaman babasına dönecek olsa gözleri kararıyor sonra hemen çiçek açıyordu.

"Ah, Erdal! İkinci kez karşılaştığımız zamanı hatırlıyor musunuz?"

"Düğündeydik değil mi? Kalabalıktan kaçıp bir kitaba sığınmıştık."

Çiçek Pencereli KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin