Annabeth başını kaldırıp yeni evine baktı ve ister istemez karnına götürdü elini. Orada büyüyen minicik bir bebeğin olduğu hissi onu hem korkutuyor, hem de huzur veriyordu. Bu iki duygunun aynı anda yaşanabileceğini bilmiyordu.
"Hoşgeldin kızım," diye nazikçe selamladı onu evin eski sahibi. Altmışlı yaşların sonundaki Rose, tüm hayatını Annabeth'e anlatmıştı. Kısa bir süre önce oğlu ölmüş, o da yalnız kalmıştı. Evde tek başına yaşaması sağlığı ve eğer başına bir kaza gelirse güvenliği açısından tehlikeliydi. Yaşına göre sağlıklıydı ama romatizmalı bacakları titriyordu ve içeri girerken kapı eşiğine takıldı. Annabeth tutmasa yere kapaklanacaktı.
Yaşlı kadın teşekkür ederek salona yürüdü ve eski kanepeye oturdu. "Neden bu soğuk yere geldin çocuğum?" diye sordu. "Bir sorun oldu," dedi Annabeth. "Peki siz neden evinizi satıyorsunuz? Başka kalacak yeriniz var mı?" " Bu evi seviyorum ve çıkmayı hiç istemiyorum, ama burada geçinemiyorum, emekli maaşım yetmiyor ve başka gelirim yok. Çalışabilecek durumda da değilim," dedi Rose. "Peki o zaman ne yapacaksınız?" Rose iç çekti "Bilmiyorum kızım, bir yol bulunur elbet. Ama bir şey sormak istiyorum." "Tabii, sorun." "Buraya gelme sebebin, hamile olman olabilir mi acaba?" Annabeth'in gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ama... S-Siz...Nasıl??" gibi bir şeyler geveledi.
Rose gülümsedi. "Bunu anlamak zor değil kızım. Hep rahat kıyafetler giyiyorsun, yağlı yemek getirmemişsin, elin sık sık karnına gidiyor. Ne oldu?" "B-ben... konuşmak istemiyorum." Annabeth'in gözleri yaşlarla dolmuştu. "Bebeğim olacak, üniversiteye gitmeliyim ve bu sırada çalışmam da gerek, ne yapacağım?" Rose elini omzuna koymuştu ve biraz düşündü. Ardından gülümsedi. "Sevgili kızım, benim bir fikrim var. Dinle şimdi. Senin bebeğine bakacak birine ihtiyacın var, benimse bir eve."
Annabeth şaşkın şaşkın yaşlı kadına baktı "Yani çok memnun olurum... Ama kalmak istiyor musunuz gerçekten? Demek istediğim, sizi seve seve kabul ederim ama bir bebeğe bakabilir misiniz?" "Sen onu merak etme kızım, yukarıda üç yatak odası var. Ben kendi odamı toplamamıştım, sen ve bebeğin diğer odaları alırsınız. Sana odamın kirasını öderim ve-" Annabeth lafını kesti. "Hayır, kira alamam. Siz benim bebeğime bakacaksanız size bir ücret ödemem gerekiyor, ben de onun yerine kirayı almayacağım. İkimiz de rahatça yaşayabileceğiz," dedi kararlılıkla. İhtiyar kadının gülümsemesi büyüdü. Kollarını uzattı ve Annabeth'i sımsıkı kucakladı.
Üç ay sonra
Annabeth hafifçe inleyerek elini karnına götürdü ve hafifçe okşadı. Karnı aşırı hızlı büyüyordu ve Rose bunun pek normal olmadığını söyleyerek onu hastaneye göndermişti. Hızlı hızlı girişteki masaya yürüdü. "Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim? Kontrole mi geldiniz? Adınız nedir?" dedi masadaki hemşire Annabeth'in şiş karnına bakarak. "Adım Annabeth Chase, ve evet kontrole geldim. Bir doktora yönlendirebilir misiniz?" dedi Annabeth. Karşısındaki kadının gözleri buğulanır gibi oldu. Sonra gözlerini iki kez kırptı ve düz bir sesle "Tabii ki. Bir üst kattaki 16 numaralı odaya gidin. Doktor Wilson sizi hemen alacak." Annabeth teşekkür etti ama aklı karışmıştı. Ne olmuştu öyle?
Üst kata çıktı. Odayı hemen buldu, ama ekrana bakılırsa doluydu. İlginç, diye düşündü Annabeth. Hemşire hemen girebileceğimi söylemişti. Belki de ekran takılı kalmıştır diye üzerinde durmadı. Kapıyı çaldı. "Buyurun?" içerideki kadının sesi şaşkın çıkmıştı. "Merhaba Doktor Wilson, hemşire beni yanınıza gönderdi. Müsait miydiniz?" dedi yatakta şaşkın şaşkın onlara bakan kadını başıyla göstererek. "Ama bütün günüm doluydu! Siz nasıl..." Kadının gözleri buğulanır gibi oldu, ayağa kalkıp yataktaki kadının kalkmasına yardım etti.
Pekala, şimdi işler iyice garipleşmeye başladı, diye düşündü. Piper olsa anlardı ama kendisi? Büyükonuş yeteneği yoktu ki onun. Bayan Wilson kibarca yatağa uzanmasına yardım etti, bir tür jel şişesi çıkarıp karnına sürdü. "Kaç haftalık hamilesiniz?" diye sordu. "15 hafta" "Ama daha fazla gibi görünüyorsunuz," dedi doktor ona. Bir yandan da ekrana bakıyordu. "Ah, şimdi anladım. İkiz olacaklar. iki tane olduğundan, karnınızın daha çabuk büyümesi normaldir, şaşılacak bir şey yok." "Ne!" Annabeth ekrana bakmaya çalıştı. "Peki kız mı, erkek mi?" "Biri kız diğeri erkek diye düşünüyorum. Emin değilim ama muhtemelen öyleler." Annabeth derin bir nefes alıp başını arkaya yasladı. "Tabii bu, daha çok canavar çekecekler anlamına geliyor." Annabeth apar topar doğruldu ve kalkmaya çalıştı, öfkeyle kadına baktı. Bayan Wilson'un suratı değişmeye başladı. Saçları alev aldı. "Empousa." Annabeth dişlerini gıcırdatarak hançerini çekti. "Ah tatlım, sen bir melezsin anlaşılan. Ne tatlı. Romalı olduğun belli, gerçi bu ufaklıkların babasını merak ettim. Ama düşündüm de, bunun yerine seni yesem de olur." Gülmeye başladı ve ne olduğunu anlamadan toza dönüşüverdi.
Annabeth fazla beklemedi. Hemen dışarı çıktı. Evine yürürken kendini sakinleştirmeye ve olayları yorumlamaya çalışıyordu. Vampirden korkmamıştı, canavarların tanrıların ötesindeki topraklara kolayca biliyordu. Ama endişeleniyordu. Eğer çocuklarına anlatacak olursa, kokuları güçlenir ve her şey daha da zorlaşırdı. Ama bu olmasa bile -hele ki babaları düşünülürse- kokuları canavarları fazlasıyla çekecekti ve buna kendi kokusu da dahildi. Babaları.
Percy'i düşünmek ona sadece acı verdi. Şu an yanında olmasını, sarılıp öpmesini ve ben sizi korurum diye şişinmesini istiyordu. Şakalara ve dalga geçmesine bile razıydı.
Eve geldiğinde Rose ona kapıyı açtı ve küçük evlerine girdiler. "Nasıldı?" diye sordu ihtiyar kadın. Annabeth kendini salondaki kanepeye bıraktı. "İkiz olacakmış. Emin değilmiş ama biri kız diğeri erkek galiba." "A! Tebrikler! Umarım çok iyi olur!" "Teşekkürler, Rose," dedi Annabeth burun kemerini ovuşturarak. "Ne isim koymalıyım? Aklımda birer tane var ama..." "Nedir?" diye sordu yaşlı kadın gülümseyerek. "Benim... bir arkadaşım bana 'meşhur' bir korsan çiftten bahsetmişti. Annesi ona masal olarak anlatırmış. Bartholomew ve Katarina Thorne." Güldü. "Adlarını böyle koymak istedim." Ve Percy de böyle isterdi, diye düşündü. Aslında oğluna kesinlikle Luke adını koyardı ama erkek arkadaşı, daha doğrusu... eski erkek arkadaşı bir keresinde bunların koyulabilecek en muhteşem isimler olduğunu söylemişti ve Annabeth çocuklarının en azından isimlerini onun seçmiş olmasına karar vermişti. Ne yazık ki babalarını hiç tanımama olasılıkları vardı ve babalarından miras aldıkları bir şeyleri olsun istiyordu. Tabii...
Odasına çıktı ve çekmecesini açtı. Elini önündeki bıçağın üzerinde gezdirdi. Percy'nin bıçağının üzerinde.
Bardaki geceden sonra odadan ayrılırken ikisi de deli gibi utanıyordu, Percy gerginlikten bıçağını unutmuştu. Annabeth de dağınık erkek arkadaşının arkasını toplayan derli toplu kız olarak elbette bıçağı çantasına koymuş, ama sonra vermeyi unutmuştu. Zaten bir hafta sonra babasının evine gitmiş, bir daha da New York'a dönmemişti, uçakta bıçağı çantasında bulmuştu ve sevgilisinden son bir hatıra olarak saklamıştı. Çocuklarının bu bıçağa sahip olmaya hakkı vardı.
Annabeth iç çekti. Yatağına uzandı, zaten o koşturmacada akşam olmuş, karanlık çökmüştü. Yemeğini bile yemeden üstünü çıkarıp yatağa girdi ve kısa süre sonra uykuya daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Percy Jackson- Tartarus'un Yükselişi
FantasyPercy kendisiyle ilgili yeni şeyler keşfediyor. Gerçekte kim olduğunu, sevgilisinin neden kaçtığını, yerin kat kat altında gün yüzüne çıkmaya hazırlanan tehlikeyi... Peki kargaşa sona erdiğinde ne olacak? Olimpos kurtulacak mı? Annabeth'in herkeste...