Bölüm 12-Percy

315 23 2
                                    

 Küüt! Sırtı kırılacakmış gibi bir güçle sert taşa çarpan Percy gözlerini açtı ve etrafına baktı. Kaos’un boşluğuna atlamamış mıydı? Ne yani, yok olmak bu muydu?

 Ayağa kalktı ve kafasına dank etti: boşlukta basabileceği bir zemin olmazdı. Arkasına döndü. Önünde tanıdık gelen kapılar görünüyordu. Durduğu yer de bir uçurum gibiydi ve aşağıda ama bu sefer daha yakında, hiçliğin Efendisinin krallığı duruyordu. Gece’nin Malikanesi. Aman ne güzel. Tekrar boşluğa baktı. Yavaş yavaş bedeninin, gözleri önünde ölen tanrı Pan’ın bedeni gibi silinmeye başlaığını hissediyordu. Pan. Doğa tanrısı silindikten sonra enerjisinin bir kısmını Percy’e vermişti ve onun da bunu yok sayıp iyi bir tanrının hediyesinden vazgeçmeye niyeti yoktu. Peki tanrı solunca nereye gitmişti? Belki de Kaos’un hiçliğine karışmıştı.

 Percy boşluğun kenarından çekildi. Artık yok olmak istemiyordu. Bu iğrenç çukurdan kurtulmak, ailesine geri dönmek istiyordu. Ama nasıl? Zaman canavarların olduğu yerde daha farklı geçiyordu ve yukarıdaki dünyada bir asır geçmiş olabilirdi bile. Zaman. Acaba sevgili dedesi Kronos, Percy ve Luke onu öldürdükten sonra nereye gitmişti? Percy onun Tartarus’a geri döndüğünü ve asla birleşemeyecek milyonlarca Titan partikülü halinde oradan oraya süzüldüğünü varsaymıştı hep. Ya Kaos’un boşluğuna ve hiçliğe karıştıysa?

 Percy başını iki yana salladı. Bu düşüncelerin ona bir yararı yoktu. Tekrar malikaneye doğru ilerledi ve sevgili büyük büyükannesiyle karşılaşmamayı umdu. Nyx torunlarını ya da torun çocuklarını kurabiyeler, süt dolu bardaklar ve (iğrenç!) öpücüklerle karşılayan bilindik ninelerden değildi pek. Iyyy. Düşüncesi bile iğrençti. Kurabiyeler... Evet! Mavi kurabiyeler! Dedi midesi. Kes sesini diye karşılık verdi Percy. Yanında yedi katlı dip sos ve cips de olsun. Midesi laf dinlemeyecek gibiydi ve Percy ona bir ateş dalgası yolladı. Belki fena halde ağrıyan sırtına da iyi gelirdi. Midesinin dilini de yaktığını ümit etti.

 Gözlerini kapayarak koridorlardan geçti. Kemikten kılıcını her ihtimale karşı elinde tutuyordu. Kılıç ona tekrar oyarak yaptığı bıçağını hatırlatınca canı sıkıldı ama buna hiç vakti yoktu. Buradan kurtulmalı, Ölümün Kapılarını bulmalı, yeryüzünden Tartarus’u defetmeli, Annabeth’i bulmalı ve çocuğuyla tanışmalıydı. Çocuğum. Bir zamanlar okulları yakan sorumsuz Percy Jackson dünyadaki en büyük sorumluluğu almalı! Bir pankarta değerdi kesinlikle.

 Suyun akışını hissetti ama bu normal bir su değildi, Percy acı çekiyordu neredeyse. Acheron, diye düşündü. Acı nehri. Kıyıya vardığında durdu. Gerilerek nehirden güç aldı ve tıpkı geçen seferki gibi karşıya sıçradı. Suyun ayak bileklerini yaktığını hissediyor, nehir yatağının geride kaldığını fark edebiliyordu. Ayakları sert bir zemine değdi. Hayır, sert değildi. Hem sert, hem de yumuşak gibiydi. Tartarus’un kalbi. Percy kusma isteğini bastırmak için çabaladı.

 Çantasına uzandı ve Damasen’in çadırından aldığı bir kap dolusu suyu çıkardı. Suyu yaralanırsa diye saklamak istiyordu ama Tartarus’un havasına maruz kaldıkça cildinde yaralar açılmaya başlamış, nefes alışverişi bozulmuştu. Daha fazla ilerlerse başına ne tür bir cilt kanseri musallat edeceğini öğrenmek istemiyordu pek. Kap genişti ama Percy sadece birkaç yudum aldı. Ölümün Kapılarına bir canavar ordusunun yığılı olduğunu tahmin ediyordu ve onları Sis ile kandırıp herhangi bir tanesiymiş gibi görünebilirdi ama büyüsünün Tartarus’u kandıracağını sanmıyordu pek. Muhtemelen tanrı onu yakalatır ve yeni bir işkence döngüsüne sokardı. Percy onun ordusunun başında olmaması için Kaos’a dua etti çünkü başka kimsenin Tartarus’a karşı kendisine yardım edebileceğini sanmıyordu. Bir dakika. Ya büyük büyük dedem ondan bahsedince uyandıysa? Uyuyorsa tabii. Bu fikir saçma geldi. Yani, dokuz ay boyunca Tartarus rüyalarına girmiş, bebeğinin işini bitirmesini falan filan söylemiş ve babasının adına yemin etmişti. Çocuğum. Onu öldürmemi istedi. Percy yumruklarını sıktı.

Percy Jackson- Tartarus'un YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin