Bölüm 13-Poseidon

308 20 0
                                    

 Poseidon aniden huzursuzlaştığını hissetti. Son dört aydır yani oğlu Percy’nin mektubunu aldıklarından beri savaş hazırlıkları yapıyordu. Percy... Poseidon oğlundan bir daha hiç haber alamamıştı. Şimdi ne durumdaydı, Tartarus’tan çıkabilmiş miydi? Geçen deneyiminin oğlunun üzerinde derin izler bıraktığını biliyordu. Nasıl bu sefer başaracaktı? Ama Poseidon’un elinden bir şey gelmezdi. Tartarus, tanrıların müdahale edemeyecekleri bir yerdi, tıpkı Alaska gibi. Muhtemelen o Athena kızı da orada. Torunlarımla beraber saklanıyor. Bunu her düşündüğünde tanrının tepesi atıyordu.

 Bir anda bağrışlar yükseldi. Tanrı tahtından fırladı. Muhafızlarının haykırışlarını, kopan kıyameti duyabiliyordu. Çabucak ön kapılara ilerledi ve yolun yarısında oğlu Triton’la karşılaştı. “Neler olduğunu biliyor musun Triton?” dedi doğrudan, hoşbeş için kesinlikle vakitleri yoktu.

 “Hayır. Ama düşmanın bu kadar erken saldıracağını bilmiyorduk. Daha geç olacağını söylemiştin.” “Evet, öyle olmalıydı ama Percy Tartarus’un birliklerinin her an saldırabileceğini söylemişti.” Triton’un çatık kaşlarını görünce içinden sırıttı. Oğlu kesinlikle kardeşini kıskanıyordu. Percy su altındaki sarayına ilk geldiğinde Triton ona kötü bir gözle bakmış ve küçümsemiş, kendisinin başarısız olmayacağını söylemişti. Tamam, annesini aldatmasına kızıyordu ama bununla bir derdi varsa kendisiyle uğraşmalıydı, Hera’nın Zeus’un çocuklarına yaptığı gibi Percy’yle değil. Triton ta bir karşılık verecekti ki üzerlerine bir ağ atıldı. İkisi de afalladı ve arkalarına baktı.

 Karşılarında deniz Titanı Okeanus duruyordu, elinde de her zamanki silahı olan parlak renkli mercan yılanı vardı. Yılan tıslıyor, adeta karşısındaki ağda kısılıp kalmış tanrılarla dalga geçiyordu. Sahibi ise, halinden memnun gibi sırıtıyordu. “Merhaba sevgili yeğenim! Sana da tabii torunum,” dedi Titan keyifle. Ardından arkasında dikilen ve pis pis sırıtan ahmaklar güruhuna döndü. “Bunları zincirleyip zindanlara götürün. Güzelce dinleneceğim, ardından sorgu için bizzat ineceğim aşağıya. Halımı hazırlayın.” Titan arkasına döndü ve uzaklaştı.

 Poseidon ağdan kurtulmaya çabaladı ama işe yaramıyordu. Okeanus’un ahmaklar çetesinin başı olduğunu tahmin ettiği kişi, kaşla göz arasında onu zincirlemişti bile. Bir diğeri de Triton’u sürüklüyordu. Poseidon’un tahminine göre Okeanus kızı Amphitrite’i ziyaret etmişti, karısı da oğlunu zindana atmamasını istemişti. Tabii kimsenin onu umursadığı yoktu.

 Onu sıkıca zincirinden tutup sürükleyen baş muhafız, Poseidon’u götürüp en aşağıdaki, en pis ve en korkunç işkence aletlerinin olduğu ufak hücreye attı. Zaten zindan bölümünün en alt katında başka hücre de yoktu, o da ufacıktı.

 “Selam, yüce tanrı Poseidon.” “Sen de kimsin?” dedi tanrı gözlerini kısıp onunla konuşan kişiye bakarak. “Beni tanımadın mı? Çok kırıldım! Peki, kendimi tanıtayım ha, baba?” Poseidon şaşırmıştı. “Kusura bakma, ama... kimsin sen?” tanrı sorusunu yineledi. “Ben mi? Melez oğullarından biriyim. Ama senin daima daha çok sevdiğin başka çocukların vardı. Percy Jackson gibi mesela. Kimliğime gelirsek... ben Khrysaor!” “Khrysaor... seni hain!” Poseidon öfkeyle hücrenin demirlerine yapıştı. “Seni tanımamış olabilirim ama ne yaptığını unutmuş değilim! Bana ve kardeşlerine ihanet ettin! Percy’e gelirsek, onu öldürmeye çalıştın! Eğer Gaia onu kanı için istemeseydi, kesin olarak yapardın!” Poseidon oğlunun suratına baktıkça daha da öfkeleniyordu. O sırada en alt kata birileri girdi ve zincir şıngırtıları eşliğinde durdular. Merdivenlerin olduğu tünel karanlık olduğundan Poseidon yalnızca siluetlerini seçebiliyordu. Birinin başı öne eğikti ve etrafındakiler onu sürüklüyordu, bu nedenle tanrı onun bayıltılıp buraya getirilmiş bir mahkum olduğu sonucunu çıkarttı.

 “Ah, evet, çok değerli kardeşim.” Khrysaor adamlara işaret verince mahkumu tanrının hücresine fırlatıp kapıyı kapattılar. “Umarım Okeanus onun işini bitirmeden iyi vakit geçirirsiniz,” dedi Khrysaor alayla. Ardından dönüp yukarıya çıktı. Kim bu? Neden vakit geçirmemizi söyledi? Poseidon adamın yanına gidip ışığa sürükledi. Bir an nefesi kesildi, karşısında en çok sevdiği oğlu duruyordu.

 “Percy! Percy!” Poseidon oğlunu sarstı. Melez inledi. “Iııhh. Baba?” Percy şaşkın şaşkın etraflarına baktı. “Neredeyiz? Khrysaor nerede?” “Seni buraya o mu getirdi?” dedi tanrı onun yerine. “Tartarus’tan nasıl çıktın?” “Ben... mektubumu okudun mu?” dedi Percy. Poseidon başını salladı. “Büyükannemin, yani annemin annesini buldum.” Bir an durdu. “Hekate. Büyü tanrıçası.” “Annen bir melezdi, evet söylemiştin. Hiç şüphelenmemiştim.” “Baba, seni suçlamıyorum. Bilemezdin. Neyse, büyüyü ve Sis’i kullanarak Tartarus’tan kurtuldum ve Ölümün Kapılarını kapattım.” Percy (hemen) her şeyi babasına anlattı.

 “Kendimi çok kötü hissediyorum,” diye bitirdi sözlerini. “Eğer yakalanmasaydım sana yardım edebilirdim.” “Sen o çukurdan kurtuldun ve bize zarar vermesini geciktirdin. Kaos’a gelince... o yenilmezdir evlat. Onu uyandırmamak en iyisi. Elbette bizi yok etmek isteyeceği kesin değil ama onu çağırmak pek akıllıca değil.” “Ama Gaia için de aynı şey söyleniyordu baba. İlkelleri yenmek mümkün değil mi yani?” “Bak Percy, ilkel tanrılar bir alanı temsil ederler. Örneğin nasıl toprak Gaia’nın bedeniyse, gök de Uranüs’ün bedeni. O hala yaşıyor. Efsaneler öldürüldüğünü söylüyor ama o asla ölemez. Sadece umarım asla uyanmayacağı bir uykuya gönderildi. Ama Kaos evrenin ta kendisi. Boşluğun. Varlığın. Hiçliğin. Biz bile onun bir parçasıyız. Yani onu yenmek imkansız ama o kozmosa karışmaz. Yalnızca, o da eğer uyumuyorsa, boşluğunda sessizce duruyor.” Percy sessiz kaldı.

 “Peki Annabeth. O ne olacak? Ya... ya çocuğum? Onlara bir şey olmasını hiç istemiyorum. Annabeth benim bir canavar olduğumu biliyordu. Bu yüzden kaçtı. Ben bir canavarım.” “Hayır hayır, sen kesinlikle bir canavar değilsin Percy, o çukurda yaptıkların o kadar da kötü değildi. Arainin seni öldüreceğini biliyordun ve onları kandırdın. Bu seni bir canavar yapmaz.” Gerçi Poseidon da oğlunun eskisi gibi tatlı ve şapşal olmadığının farkındaydı. Tartarus ölümlülerin, tanrıların, canavarların en kötü yanlarını ortaya çıkarıyordu. Poseidon oğlunun da bir istisna olmadığının farkındaydı ama bir canavar olduğu doğru değildi.

 Çok geçmeden “Merhaba sevgili tutsaklarım!” diyen bir ses duyuldu ve deniz Titanı önlerinde belirdi. “Sizin özel bir karşılamayı hak ettiğinizi düşündüm. Ne de olsa beni deviren tanrı ve en çok sevdiği oğlu, değil mi?” gülümsemesi öylesine yapmacıktı ki Poseidon üç dişli mızrağıyla onu duvara çivilemek istiyordu. Titremesine ve dişlerini sıkmasına bakılacak olursa Percy de aşağı yukarı aynı şeyi düşünüyordu.

 “Ama merak etmeyin. Sizi özel işkencelerime maruz bırakmayacağım. Sadece bir kafese tıkacak ve bir sonraki Altın Çağ’ı başlatma konusunda yararlanacağım, o kadar.” Titan omuzlarını silkti. “Yiyecek bir şeyler göndereceğim. O zamana kadar... oturun, zaten başka ne yapacaksınız ki?” arkasına dönen Titan, merdivenlere yürüdü ve zindandan çıktı.

Percy Jackson- Tartarus'un YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin