Thalia hafifçe inleyerek gözlerini açtı. Soğuk zeminde yatıyordu ve feci şekilde üşüyordu. Yüzüne dokunmak için bir elini kaldırdığında ellerinin kelepçeli olduğunu fark etti. Ayakları da zincirliydi ve zincir o kadar kısaydı ki ancak yürüyerek ilerleyebilirdi. Ayağa kalkıp sendeleye sendeleye üç tarafı duvar olan hücrenin demir parmaklıklı kısmına ilerledi.
Thalia en son zavallı kuzenini teselli etmeye çalışıyordu ve... Avcılar. Phoebe’nin Percy’e saldırdığını hatırlıyordu. İyi ama, neden? Elini alnına götürdüğünde gümüş tacının orada olmadığını fark etti. Acaba bazı Avcılar onlara ihanet mi etmişlerdi? Muhtemelen. Yoksa ne diye kuzenine ve ona saldırsınlardı?
Percy. O neredeydi? Thalia demir parmaklıklara yaslandı ve gözlerinin içerideki loş ışığa alışmasını bekledi, ardından etrafına bakındı. Kendisi yaklaşık beş tane yan yana hücreden birindeydi. Karşısında kırk metrekareye yakın bir alan boştu ve Percy tam ortada üç metrelik tavandan sarkan prangalarla kelepçelenmişti. Gözleri kapalıydı ve bedeni sarkmıştı, anlaşılan onu ayakta tutan tek şey gergin bir şekilde sarkan zincirlerdi.
“Percy!” diye seslendi Thalia. Kuzeni cevap vermedi. “Percy! Percy! Yosun Kafa!”
“Hı?” Percy gözlerini açtı ve sersem sersem etraflarına baktı. “Thals? Neredeyiz?”
“Ben nereden bileyim! En son Avcılar saldırmıştı. Sen bir şey hatırlıyor musun?”
“I-ıh.”
Thalia’nın sol tarafında, odanın ya da her neyse işte kenarındaki tüp şeklinde yukarı doğru eğimli bir şekilde çıkan beton merdivenlerden aşağı Celyn indi. “Ne konuşuyorsunuz sizi pislikler?” diye sordu Avcı tiksinerek.
“Asıl sen ne yapıyordun Celyn?!” diye haykırdı Thalia. “Bize saldırdınız!”
“Yeminimi bozan ben değilim! Gidip bu oğlana yapışan sendin!”
“Ne?!”
“Hanımlar, başım ağrıyor zaten, bir de siz bağırmasanız?”
Celyn döndü ve sert adımlarla Percy’e yürüyüp cebinden kışın Avcıların kızaklarını çeken kurtlar için kullandığı kırbacı çıkardı.
“Dur!” diye bağırdı Thalia. Percy ellerindeki zincirlerin izin verdiği kadar -sadece bir adım- geriledi.
Celyn kırbacı savurup Percy’nin sırtına indirdi ve davul sesine benzer bir ses çıktı. Bu arada Percy’nin ceketi, tişörtü ve hatta iç çamaşırı dahi yırtıldı. Thalia bile neredeyse çığlık atıyordu ama Percy yalnızca dişlerini sıktı. Thalia kuzeninin dayanıklılığına çok şaşırıyordu.
“İlk olarak,” diye hırladı Celyn, “oğlanlar konuşamaz. Şimdi, ben bu hainle konuşurken çeneni kapa, yoksa on tane daha yersin ona göre, ve bu sefer aramızdan en güçlüsü sallar. Tanrıça Artemis aşkına, sizi Labirent’teki bu özel hücreye getirmek bayağı zordu. Burada zaman o kadar hızlı geçiyor ki...”
“Ne kadar?!” diye bağırdı Thalia.
“Ah, normalde iki gündü ama yolda kıpırdanmaya başlayınca üçer kez daha iğne yapmak zorunda kaldık yani sekiz gündür buradayız. Eh, bu da yeryüzünde sekiz ay eder elbette.”
“Ne!” diye patladı Percy. “Bizi kaçırıp sekiz ay saklıyorsunuz, bir de kuzenime hain mi diyorsunuz! Asıl hain...”
Kuzeni devamını getiremedi çünkü Phoebe içeri girmiş, Celyn’in elindeki kırbacı kapmış ve Percy’nin sırtına gürültüyle vurmaya başlamıştı. Üçüncü kez vurmasıyla Percy’nin sırtı kanamaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Percy Jackson- Tartarus'un Yükselişi
FantasyPercy kendisiyle ilgili yeni şeyler keşfediyor. Gerçekte kim olduğunu, sevgilisinin neden kaçtığını, yerin kat kat altında gün yüzüne çıkmaya hazırlanan tehlikeyi... Peki kargaşa sona erdiğinde ne olacak? Olimpos kurtulacak mı? Annabeth'in herkeste...