Annabeth uzanıp Bart’ı kollarına aldı. Minik oğlu neredeyse dokuz aylık olmuş, artık konuşmaya hatta ayağa kalkmaya başlamıştı. Ona ‘anne’, Rose’a ‘annanne’, kız kardeşine de ‘Kath’ demeye başlamış, elini tuttuklarında bir-iki adım atma başarısını göstermişti. Rose çok hızlı büyüyüp geliştiklerini söylüyordu ama Annabeth’in çocukları insan değillerdi ki.
Kath hızla annesi ve kardeşine doğru emekledi. Belki de o da kucağa alınmak istiyordu. Bebekleri, tembellik konusunda babalarına çektiklerini şimdiden gayet güzel ispatlamışlardı.
Babaları. Annabeth Percy’i her düşündüğünde kalbi acıyordu. Ona çok büyük bir borcu vardı ve ayrıldıktan bir buçuk yıl sonra, neden kaçtığını sorguluyordu. Belki hamileliğini Percy’e açsa şu an o da burada, bebekleriyle oyun oynuyor olurdu. Neden Percy’nin kızacağını düşündüm ki? O bir aile istiyordu. Belki de kaçmak için acele etmişti. Eh, dedi beyni alayla, bunun için geç kaldın biraz.
Rose içeriye girdi ve Annabeth’e gülümsedi. “Biri geldi, seninle konuşmak istediğini söylüyor.” “Kim?” Annabeth şaşırmıştı. Belki de babası veya ailesi gelmişti? “Bilmiyorum, adını söylemedi. Ama genç bir adam. Benim yatma saatim geldi, minikleri de yatırıp uyuyacağım hemen.” Göz kırptı ve kapıyı işaret etti. Bebekleri beşiklerine yatırdı, ardından kendi odasına gitti ve anında uykuya daldığı kesindi.
Annabeth şaşırmıştı. Kim olabilirdi? Babası olsa kim olduğunu söylerdi. Kalkıp kapıya gitti.
Kapıyı açtığında karşısına bir erkek çıkmıştı. Yüzü Annabeth’in arkasındaki koridordan gelen zayıf ışıkta tam olarak seçilemiyordu. Ama bedeni son derece tanıdıktı. Aynı onunki gibi. “Merhaba Annabeth,” dedi er- hayır, çocuklarının babası.
“Percy,” dedi. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Percy beni nasıl buldu? “Evet,” dedi Percy aynı kuru tonda. “Görüşmeyeli... uzun zaman oldu. Neden kaçtın?” sesi dümdüz ve duygudan yoksundu ki bu Annabeth’i daha da çok korkutuyordu. Tıpkı... tıpkı o çukurda acı tanrıçasını boğarken ki hali gibi çıkıyordu.
“Percy,” diye fısıldadı Annabeth. “Gel... dışarıda konuşalım.” Annabeth dizleri titreyerek küçük bahçedeki sarmaşıklarla çevrelenmiş ufak çardağa yürüdü. Percy’nin hemen arkasında olduğunu, kıyafetlerinin hışırtısını duyabiliyordu. Çardağa ulaştığında adeta yığılırcasına banka oturdu.
Percy’nin ona kızgın olduğunu biliyordu. Tanrılar aşkına! Tabii ki kızgındı. Percy onu tüm kalbiyle sevmiş, asla onu bırakmayacağına dair söz vermiş, hatta sırf o tek kalmasın diye isteyerek Tartarus’a gitmişti; Annabeth ise, onu öylece terk etmişti, geriye sadece bir özür mektubu bırakmıştı. Aniden eski sevgilisi konuştu, “Neden yaptın?”
“Neyi?” diye sordu Annabeth, toparlanmaya çalışarak. “Her şeyi. Neden kaçtın, neden beni terk ettin ve en önemlisi,” Percy ona doğru eğildi. “neden çocuğumuzu sakladın?”
Annabeth nefesinin kesildiğini hissetti. Nasıl biliyordu? “Başından beri şüpheleniyordum Annabeth. Sen beni ne sanıyordun, kafasında beyin yerine yosun olan bir akılsız mı?” Annabeth titremeye başladı. “Percy...” dedi gözlerine yaşlar hücum ederken. “Ben... ben sadece...” hıçkırmaya başladı. Percy ona öylece bakıyordu, suratında hiçbir ifade yoktu. Bu onun tanıdığı, bir deniz gibi olan tatlı Percy değildi.
Hayır, diye düşündü Annabeth kalbi sıkışarak. O tam bir deniz gibi. Deniz hareketlidir, ama bazen içine kapanık, anlaşılmaz olur.
“Percy.” Yutkundu. “Lütfen, bir şey söyle.”
“Ne söyleyeyim!” diye haykırdı Percy aniden. Annabeth’in ödü kopmuştu. “Ne diyeyim, ha Annabeth?! Beni neden terk ettiğini tatlı tatlı mı sorayım? Neden çocuğumu benden sakladığını?!”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Percy Jackson- Tartarus'un Yükselişi
FantasyPercy kendisiyle ilgili yeni şeyler keşfediyor. Gerçekte kim olduğunu, sevgilisinin neden kaçtığını, yerin kat kat altında gün yüzüne çıkmaya hazırlanan tehlikeyi... Peki kargaşa sona erdiğinde ne olacak? Olimpos kurtulacak mı? Annabeth'in herkeste...