Percy bedeninin biraz hafif, biraz da ağır olduğunu hissetti. Öldüm mü? diye düşündü. Belki de öldüm ve şu anda Yeraltı Dünyası’na gitmek üzereyim. Bu düşünce onu titretmeye yetmişti. Peki ya ailem? Dostlarım? Annemle babam... aman tanrılarım, annem.
Onu neredeyse iki yıldır doğru dürüst görememişti. Ölmediğini ümit etti.
Percy. Ses tanıdıktı. Kuyudan geliyor gibi duyuluyor olması dışında. Percy! Percy! Uyan!
Ölmedim mi? Gözlerini açmaya çalıştı.
Tepesinde Thalia duruyordu. Onu sarstı. “Percy!” gözleri de, sesi de panik doluydu. “Ah, sevgili arkadaşın ölmemiş demek. Hayranlık duyduğumu itiraf etmeliyim, ama bu bir şeyi değiştirmez, hatta işimi kolaylaştırır tatlım. Hala size yepyeni birer yaşam verebilirim!” dedi manyakça bir kadın sesi. Percy kadının sesini daha önce duyduğunu hissetti.
Thalia’nın elleri zindandaki gibi kelepçeliydi, bu yüzden Percy omuzlarına tutunarak yattığı zeminden doğrulmaya çalıştı ama başı dönüyordu. Ayrıca şakağından yanağına kadar inen kanın nahoş hissi de ona hiç yardımcı olmuyordu. Kuzenin de yardımıyla başını havada tutabildi ama gördüğü şeyle neredeyse kalp krizi geçirip tekrar yere yığılacaktı.
İki metre ötesinde on üç yaşınayken çıktığı görevde gördüğü ölümsüz cadı Kirke duruyordu. İki lacivert döpiyesli yardımcısı da kapının eşiğinde dikiliyordu.
Percy’nin buraya nasıl geldiklerine dair hiçbir fikri yoktu ama bir an önce ayrılmaları gerektiği kesindi. Percy bir anda Artemis’in Avcıları Phoebe ve Celyn’in nerede olduğunu merak etti ama bilmek istemiyordu. Belki de başka bir yerde onları tuzağa düşürmeye çalışma hazırlıkları yapıyorlardı ama burada olmamaları daha iyiydi. Onu yakalamak isteyenlerle ancak teker teker baş edebiliyordu.
Kirke onlara dönüp gülümsedi. “Merhaba, Perseus Jackson! Sen ve kız arkadaşının bana, hizmetkarlarıma ve adama yaptıklarını unutmadım ve karşılığını vermeye de hazırım. Ne olmak sana yakışır? Geçen seferki gibi kobay faresi mi? Ya da uğur böceğine ne dersin? Gerçi seninki uğursuzluk böceği olurdu.” Kirke ve aptal yardımcıları büyücünün iğrenç esprisine sahte kahkahalar atmaya başladı.
Percy kusmak üzereydi ama kuzeni onu kaldırmaya çalıştı. Sanki dengesini kuramıyor gibiydi, Percy ayaklarına bakınca -Avcılar’a bol teşekkür!- bileklerindeki zincirlerin hala orada olduğunu fark etti. Kaçamazlardı. Ne yapacaklardı?
“Hah hah ha! Çok komikti.” Kirke nihayet çenesini kapadı ve onlara döndü. Elini sallamasıyla Percy kendini metal kulpa benzer bağlarla el ve ayak bileklerinden yere bağlanmış halde buldu. Thalia da aynı vaziyetteydi. Aman ne güzel.
Kirke elini çenesine vurdu. “Sizi ne yapsam acaba? Hımmm.” Birden parmaklarını şaklattı. “Buldum!” diye abartılı bir şekilde bağırdı ve yüzünde korkunç bir gülümsemeyle onlara doğru yürümeye başladı.
-----
“Percy!” Thalia’nın panik dolu sesi onu kendine getirdi. Dışarıda gök gürledi ve ‘Kıraşş!’ yıldırım düşmesiyle adaya bir elektrik enerjisi yayılıp onu titretti. Çığlıklar yükselmeye başladı ve döpiyesli büyücü bozuntuları dışarıya koştu. Büyücü onlara doğru yaklaşırken Percy gözlerini yumdu ve odaklandı.
“Dur.” Percy bunu tüm irade gücüyle söylemişti.
Kirke bir an durdu. Yüzünde tuhaf bir ifade belirdi. “Bu da neydi? Gerçekten, Poseidon’un oğlu, dur diyerek beni durdurabileceğini mi sanıyorsun? En iyisi sizi fazla bekletmeden kanınızı dökeyim ve iki yüce kahramanın anısına çok şeker bir panda yaratayım, sonra da sizi öldüreyim, ha? Evet, evet, bu harika olur.” Tekrar ilerlemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Percy Jackson- Tartarus'un Yükselişi
FantasyPercy kendisiyle ilgili yeni şeyler keşfediyor. Gerçekte kim olduğunu, sevgilisinin neden kaçtığını, yerin kat kat altında gün yüzüne çıkmaya hazırlanan tehlikeyi... Peki kargaşa sona erdiğinde ne olacak? Olimpos kurtulacak mı? Annabeth'in herkeste...