“Ben de gelmeliyim,” dedi Annabeth. Kapı eşiğinde dikiliyor, Percy’i onunla glmesinin son derece iyi bir fikir olduğuna dair ikna etmeye çalışıyordu. “Olmaz Annabeth. Senin bitirmen gereken bir okulun ve alacak bir diploman var. Üstelik, bebekleri burada bırakamayız.” Percy onların kendi seçtiği isimleri aldığını duyunca çok mutlu olmuştu. Ayrıca bu Annabeth’in onu ne kadar sevdiğini de gösteriyordu. “Rose onlara göz kulak olur. Ayrıca canavar çekmeyecekler, unuttun mu yosun kafa?” “Hayır. Ama annesiz kalmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu en iyi sen bilirsin Annabeth. Ben gitmek zorundayım ama sen değilsin, yani... yanlarında kalmalısın.” Onu ikna etmenin başka yolu yoktu. Çocuklarımın annesi, diye düşündü Percy. Hayır. Nişanlım. İçinden gülümsedi.
“Pekala! Ama geri dön, Jackson.” Annabeth her ne kadar şaka yapmaya çalıştıysa da Percy onun gri gözlerindeki korkuyu görebiliyordu. “Geleceğim. Ne seni, ne de çocuklarımızı geride bırakabilirim. Eee, hem daha nikahımız var unuttun mu hayatım?” göz kırptı. Annabeth kızardı ve ona sert bir yumruk geçirdi. Percy “Off!” dedi ve karnını tutarak iki büklüm olup öksürdü.
Annabeth onu doğrultup öptü. Percy kendini bırakmayı, dünyayı boşverip bebeklerini aralarına alarak ona sıkı sıkı sarılıp uyumak istiyordu. Ama onun yerine Annabeth’e el salladı ve arkasına dönüp uzaklaştı.
----------------------------------
Uçakta iniş anonsu yapılınca Percy homurdanarak tekrar yerine oturdu. Uçağa binmekten nefret ediyordu ama dünyayı kurtarma olayında onun da büyük bir payı olduğu için Zeus’un onu çarpmayacağını umuyordu.
“Nasılsın evlat?” dedi yanında oturan adam. O da pek havadan hoşlanmıyor gibiydi.
“İyiyim. Siz kimsiniz?” diye sordu Percy. Adam elini salladı ve etraflarındaki hava ağırlaştı, sanki uçağın içinde bir hortum oluşmuş gibiydi. Üstelik deniz gibi kokuyordu.
“Baba!” dedi Percy. Şaşırmıştı.
“Evet, oğlum?” dedi Poseidon. “Seninle konuşmalıyız.”
“Ne konuda?”
“Hayatın. Athena kızı. Çocuğun.”
“Eee aslında çocuklarımız, baba. İkizler. Bartholomew ve Katarina.” Cebinden bir fotoğraflarını çıkartıp gösterdi.
“Gerçekten güzeller,” dedi babası. “Peki, canavarlar onları bulursa ne olacak?”
Percy dudaklarını ısırdı. Yalan söylemek istemiyordu ama Medea’nın iksirleri gizli kalmalıydı. Yoksa melezler arasında savaş dahi çıkabilirdi. “Daha çok küçükler, o kadar güçlü olamazlar,” diye durumu geçiştirdi.
“Anlıyorum,” babası şüphelenmemiş gibiydi. “peki anneleri? Kız arkadaşın onlarla mı kaldı?” “Bu gerekliydi baba. Ölümlü bebekler kendilerine bakamıyor,” dedi Percy.
“Tamam. Ama dikkatli ol. Amcan son derece sinirli. Sanırım salak yerine konulmayı kaldıramadı.” İkisi de sırıtırken, uçak sarsıldı. Percy bir gök gürültüsü duyar gibi oldu.
“Sana zarar vermeyi deneyebilir, evlat. Kolla kendini.” Poseidon bir sise dönüşüp kayboldu.
Percy içini çekerek başını koltuğa yasladı. Birkaç gün önce yanlarından ayrılmış olmasına rağmen Annabeth ve ufaklıkları şimdiden özlemişti. Yanlarına gidebilmek için her şeyi verirdi.
Tartarus için bir plan düşünmeye çalıştı ama aklına hiçbir şey gelmiyordu. Çukur tanrısını yeryüzünde yenebilirlerdi ama çıkar mıydı ki? Yoksa canavarlar yollayıp tanrıları kendisiyle savaşmaya mı zorlayacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Percy Jackson- Tartarus'un Yükselişi
FantasyPercy kendisiyle ilgili yeni şeyler keşfediyor. Gerçekte kim olduğunu, sevgilisinin neden kaçtığını, yerin kat kat altında gün yüzüne çıkmaya hazırlanan tehlikeyi... Peki kargaşa sona erdiğinde ne olacak? Olimpos kurtulacak mı? Annabeth'in herkeste...