un { benzersiz bir şiir

14.6K 554 275
                                    

Kasvetin sarmaladığı gökyüzüne bakıyordum uzun sayılabilecek bir zaman dilimi boyunca

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kasvetin sarmaladığı gökyüzüne bakıyordum uzun sayılabilecek bir zaman dilimi boyunca. Ölmek üzere olan herhangi bir insan gibiydim şimdi, can vermek son nefesimi üflemek üzereydim. Lakin bariz bir direnişim mevcuttu, o nefesi tutuyordum içimde.

Hüznün bile ele geçirmesine izin vermediğim bedenim şu günlerde çok daha büyük neticeler sebebiyle berbattı. Berbat hissediyordum, kelimenin tam anlamıyla bitmiştim yorgundum ve biraz da biçareydim.

Özellikle bir krala göre, fazla biçareydim, kimine göre de acınası.

Ailemi kaybetmenin acısını henüz atlatamamış bir çocuktum en çok da. Yirmi bir yaşındaydım, bir krala göre çok küçük, içimde hissettiğim o çocuğa göre de büyük sayılırdım. Yaşadığım onlarca münasebet omuzlarımda yük olmuş hareket etmemi engelliyordu. O her şeyden çok güvendiğim beynim bile uzun zaman önce çalışmalarına ara vermiş gibi görünüyordu.

En çok da, herkes tarafından terk edilmiş bir çocuktum ben şimdi, abisi tarafından bile.

"Dediğim gibi Yoongi, gidiyoruz."

"Fakat efendim, bunun bir savaş olduğunu düşünecekler. Size zarar verirken gözlerini bile kırpmazlar."

Burun kemiğimi sıkarken derin ve sesli bir nefes aldım. İnat edilmemeliydi, benimle inat eden bile bile ateşe ellerini koyuyordu. Karşımdaki en sadık dostum da biliyordu bunu.

"Yoongi." dedim sertçe. Bunun anlamı bu konuşmanın burada bittiği yönündeydi. Daha fazla ısrar etmeyeceğini gözlerinden anlayıp tekrar önüme dönmüştüm. Öylesine daldığım ormanın derinliklerine doğru biraz daha ilerleyip nefes almaya çalıştım bir süre daha. Ne zaman boğulacakmış gibi hissetsem yaptığım bu eylemi maalesef artık tek başıma yapamıyordum. Krallık, taç, kan, savaş vs. vs.

Orası da daha teferruatlıydı da neyse, ailemi bir kazada kaybettikten sonra birden taht kavgalarının tam ortasına düşmüştüm. Anneniz babanız kralsa öldüklerinde dahi onlara olan sevginizi göstermenize izin verilmiyordu. Güçlü olmak, güçlü durmak zorundaydınız. Böyle büyümüştük böyle davranmak zorundaydık.

Abim, Jeon Min Jae bir zamanların baş alfası. Krallığın ve tacın tek sahibi olarak anılan abim. Görkemli kurdu ve inatçı kişiliğiyle emindi kendinden. O olacaktı kral bir vita olamazdı. Unuttuğu çok küçük bir şey vardı lakin, bu vita istediği herhangi bir şeyi eninde sonunda kazanırdı. İnatçıydı fakat demir değildi inadı, benim gibi değildi, olamazdı.

Çok uzun süreler boyunca tahta çıkmak için hazırlanmıştı, gözlerimin önünde çıkamayacağını bildiği tahta günlerce hazırlanmıştı. Lakin, öyle olmadı. Halk ve dahi ailem beni istiyordu. Taht varisi de bendim krallığın ta kendisi de.

Kar tanelerini eze eze ilerleyen atımı durdurmak için ufak bir hamlede bulunup tam tersi istikamete yol almasını sağlamıştım. Yoongi ise hala peşimde ağzını açmadan benim kafamdan geçenleri çözmeye çalışıyordu. Korkuyordu, biliyor ve ben de en az onun kadar korkuyordum fakat parçalanmakta olan krallığımı tehlikeden kurtarmak için risk almak zorundaydım. Başka çarem yoktu, abim benim elimden tüm çareleri almıştı şimdi de ülkemi istiyordu.

Halkın çıkardığı isyanlar neticesinde abim tahta çıkamayacağı kesinleşmişti. Ufacık da benim etkim vardı tabi ki inkar edemezdim. Elimdeki kanlı hançerle boğazını hedeflemiş olmamdan da etkilenmiş olabilirdi pek tabii.

"Uzak duracaksın, tahtımdan, tacımdan ve dahi krallığımda da uzak duracaksın!"

"Durmazsam ne olur majesteleri?"

Elimdeki hançerin ucunu hedeflediğim kısma hafifçe sürmekten çekinmemiştim, bundan çekinecek değildim. Akan kanlardan korktuğundan olsa gerek büyüyen gözlerindeki endişeyi hissetmiştim o gece. Olacağından değil de, onu öldürmekten çekinmeyeceğimi o gece anlamıştı.

Ertesi günse ben kabusa uyanmıştım. Hepimize oynanan oyuna ertesi sabah uyanabilmiştik esasen. Oynayan güzel oynamıştı biz seyircilerse beynimizi kullandığımızı sanan bir avuç aptaldık, dahası yok.

Tahta çıkamayacağı gerçeğinin ta en başında bilincinde olan sevgili ağabeyim, sırf bizi oyalamak, vakit kazanmak, dikkat çekmemek amacıyla günlerce bize oyun oymayıp bizim boş şeylerle uğraştığımız vakitte de mükemmel bir şekilde halkı parçalara ayırmıştı. Artık halk tamamen beni istemiyordu. Ağabeyim istediği iç karışıklığı çıkartmıştı.

Bir devleti, bir krallığı ikiye bölmek kolay değildir. Ağabeyim çok kısa bir süre içerisinde bizim aptallığımızdan faydalanıp kendi yanına çektiği insanlarla yarısını alamasa da ülkemin bir kısmını isyana sürükleyip almıştı.

Parsel parsel çalınan ülkemin topraklarıyla birlikte aniden kendini bize düşman ilan edip savaşa hazır olduğunu beyan eden ağabeyim, rahat durmayacağını bas bas bağırıyordu. En fazla bir beylik kadar olan benimsediği topraklarımda yaşıyor, beni yeneceğini söylüyordu.

O küçücük toprak parçasının krallık, kendisinin de kral olduğunu iddia ediyordu.

Yine de, istediği şeyi almış sayılırdı. Halkın kafasında artık soru işaretleri vardı. Ve her ne kadar kabullenmek istemesem de ülkem artık parçalanmıştı. Savaşacak kadar güçlü değildik henüz, ağabeyim de buna güveniyor ömrümün sonuna kadar ona dokunamayacağımı düşünüyordu.

Ben ne yapıyordum peki buna karşın? Güçlenmem gerekliydi, her geçen gün halkın güvenini bir parça daha kazansam dahi bunun tamamlanması zaman alacak gibi görünüyordu.

Zaman alan şeylerden, uzun süren işlerden hoşlanmazdım. Özellikle kapımızda düşmanlar yatıp kalkıyorken vaktim yoktu.

İşte tam da burada şu sıralar pek te güvenemediğim beynim devreye giriyordu. Düşmanı etkisiz hale getirme;

Siyasette evliliğin yeri büyüktü düşmanlıkları bitirmede. Bu sebepten, çokça da stratejime güvenerek biricik düşmanımız, pek sevgili krallığa davetsiz bir şekilde evlilik teklifinde bulunmak üzere bizzati gidecektim.

"Kral Kim'e evlilik teklifinde bulunmanızı pek de desteklediğimi söyleyemem efendim."

Ah, Kral Kim vardı bir de, eşi benzeri olmayan yıllarca ders diye gösterilebilecek bir sanat eseri, sert asi duruşuyla bir hançer göğsümde, yıldızsız bir gökyüzünün parlaklığında saklı incileriyle Kral Kim vardı. Hep var olmuştu, kimi zaman dostum demiştim adına kimi zaman düşmanım ama o en çok benzersiz bir şiirdi. Ulaşamayacağımı bildiğim en ötedeki gezegen, herhangi bir his gibi belli belirsiz yanıbaşımda ama cennet kadar uzak.

En derin hayranlığım, duruşuna konuşmasına ben bu dünyadan değilim gibi had bildiren gözleriyle en büyük hayranlığım kör kuyular dolusu nefretim. Bir küfür gibi adı aynı zamanda ilahilerden bir parça. Bile bile arşınladığım o alev dolu yol, can acım ölüm sevdam aynı zamanda yaşama isteğim.

Tezat dolu bir adamdı. Öyle biriydi ki o, büyücü demeye gocunmazdım adına, kral olmasaydı. En büyük imtihanımdı. Hayatım boyunca sınanacağım tek kişi olacaktı. Gamım, kederim, hüznüm sevincim olacaktı.

"Öyle mi dersin?" demiştim yarım ağız gülerken "Oysa ki ben eminim Taehyung'un tam benim yanıma yakışacak insan olduğuna."

Ben, Jeon Jungkook, yirmi yaşının sonlarına doğru ailesini kaybetmiş bir yetim, yirmi birinci yaş gününde bir kral ve muhtemelen bundan sonra da bu had bilmez, önlenemez tavırlarımla kendi başıma bela olacaktım. Ya ölümüme gidiyordum, ya düğünüme.

başladık bir şeylere :)

 crown from enemy •taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin