Biz niye Dünya'dayız?(2) - Dünya'ya gönderiliş amacımız nedir?

8 3 3
                                    

Değinmemiz gereken, cümlenin sonlarında değinilen ve açmak icab eden bir gerçek vardır ki; "Her bir mahlûk bir cihetle kendini gösterir iken, kendisini yapanı binler cihet ile gösterir."


Sözü daha iyi anlamak için misaller çerçevesinde izah etmek kavrayış bakımından daha rahat olacaktır. Düşünelim ki bir tost makinesi var. Vazifesi sadece ekmek kızartma kadar tek bir amaç için kullanılmaya icat edilmiştir. Fakat bu tek işlevi kazandıran ustanın yeteneklerine bakınca ise bu kadar teknolojik bir şeyi yapabilmesi için ilim sahibi olması, istediği malzeme ve rengi seçebilmek için irade sahibi, görmek lazım ki her şey nizam içinde yapılabilsin, parçaları bir araya getirecek bir kudret sahibi olmak da gereklidir. Ölü yapamayacağını göre yaşayan bir zat olması da zaruridir. İşte görüldüğü gibi tek icat amacı ekmek kızartmak olan bir makinenin ustasının onun binler yeteneğine ışık tutmaktadır.

Bu misali, ALLAH-u Teâlâ ve insanoğlu ilişkisi ile düşünecek olur isek ortaya şöyle bir tefekkürlük mesele çıkmaktadır;


İnsan acıkır ve yemek yer. ALLAH'ın (C.C) kulunun acıkacak olmasını bilmesi "El-Â'lâ" ismine işarettir. Nimet veren "El-Kerim" ile o nimeti kendisine yenilebilinecek bir rızık olarak yaratan ALLAH'ın (C.C) "Er-Rezzak" ismine bir atıftır. O nimeti yenilecek şekilde ve hoşa giden bir tatta yaratması da lütufkâr olmasına işaretten "El-Berr" ismindendir. Bitmiyor ki; insan bir elma yiyeceği an biliyor ki zehirlenmeyecek, bunu bildirmesi "Münzir(in)" adından, bir de güven veren "El-Mü'min" ismine bir delildir. Ve daha niceleri...

Bunca tespit ile anlıyoruz ki kulun bir acıkma eylemini karşılamak ile Rabb'imizin nice isimleri ve sıfatları inkişaf ediyor. Nice hikmete bir açıklama, Rabb'imizin merhametine her biri bir delil olarak sergileniyor. Halbuki Cennet'te bir acıkma ihtiyacı yok, hastalık yok, isterse bir işi yapmak için hareket etmesine dâhi lüzum yok. Eğer biz öyle olsaydık, hani ham ve pişmemiş bir çömlek gibi, dövülmemiş bıçak gibi, ateşe atılıp da kesilmemiş elmas gibi, o hâlde nasıl Rabb'imiz katında değerimiz artardı. Bir gerçek vardır ki bir marka amblemi kendi firmasını tanıttırdığı kadar kıymetlidir, o hâlde bu formülü "İnsanoğlu Yaratıcısı'nı (C.C) tanıttırabildiği kadar değerlidir," diyecek olur isek yanlış da olmaz diye umuyorum.

"Eğer Hazret-i Âdem Cennet'te kalsaydı; melek gibi makamı sabit kalırdı, istidadat-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki yeknesak makam sahibi olan melaikeler çoktur, o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlahiye, nihayetsiz makamatı kat'edecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melaikelerin aksine olarak mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla Cennet'ten ihraç edildi. Demek Hazret-i Âdem'in Cennet'ten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da Cehennem'e idhalleri, haktır ve adalettir."

Demin dediğim her şeyin olması için İnsanoğlunun Cennet'te olmaması gerektir. Güneşe lamba ile ışık tutulmaz, karanlık mutlak gerektir. Tüm bu anlatılanlar ile bir şey açığa çıkıyor ki bizler Hz. Âdem (a.s) babamız ile Hz. Havva annemizin işledikleri hatanın cezasını çekmiyoruz. Kur'an-ı Kerim'de de bahsedilen "Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez (taşıdığı, kendi günah yüküdür)"( FÂTIR/18) ayet-i kerimesi varken, böyle bir şey olması da İslâm'da tezatlık bulundururdu. Bu da nizam ve Rabb'imizin "El-Adl" ismine muhalif bir sebep olurdu.

Deist Arkadaşa Tebliğ MektubuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin