Beşeri bir kitap olmadığına 10 DELİL

2 0 0
                                    

• Kur’an-ı Kerim’de beşeri bir kitap olmadığına dair yeni yeni keşfedilen ve hatta keşfedilmemiş birçok ayet-i kerimeler mevcuttur!
Ben bu ayet-i kerimelerin ufak bir kısmına, kendimce araştırmam ile bulduklarıma değinmek istiyorum;

o “Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse,  onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse,  onun da göğsünü göğe  çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar.”(EN’ÂM/125)
Ayette, inanmayanların yaşadıkları psikolojik hâl  sebebi ile yüreklerinde meydana gelen sıkıntı ve daralma, atmosferde yükselen kişinin yaşayacağı fiziki sıkıntıya benzetilmiştir.  Artık ilmen biliniyor ki, atmosferin üst tabakalarına çıkıldığı oranda basınç düşer ve nefes almak  gittikçe zorlaşır.  Böyle bir tabiat  kanununun henüz bilinmediği  bir dönemde Kur’an’ın bu yönde bir işarette bulunması, onun  Allah  kelamı  olduğunun göstergelerinden biridir.”(DİB/Kur’an-ı Kerim meali, dipnot)

o “O,  yeri  yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana  getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili)  iki eş yaratandır.”(RA’D/3)
Botanik biliminin açık bir şekilde ortaya  koyduğu üzere bitkilerde üreme, erkek ve dişi organlar vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Bu  erkek ve dişi organlar bazen aynı  çiçekte, bazen ayrı çiçeklerde, bazen de hurmada olduğu  gibi ayrı ağaçlardaki çiçeklerde  olabilmektedir.”( (DİB/Kur’an-ı Kerim meali, dipnot)

o “O, geceyi, gündüzü,  güneşi ve  ayı yaratandır. Her biri  bir yörüngede yüzmektedirler.”(ENBİYÂ/33)
Teleskobun 1609’da Galileo Galilei tarafından keşfi gökcisimlerinin hareketlerinin izlenmesi ile sınırlı olan gökbilim araştırmalarında yeni bir çağın açılmasına neden oldu. Örneğin Galileo Galilei 1610’da Jüpiter’in en büyük dört uydusunu -Io, Europa, Ganymede ve Callisto- keşfetti. Bu keşif, o dönem yaygın olarak kabul edilen, evrendeki bütün gökcisimlerinin Dünya’nın etrafında döndüğü görüşünün doğru olmadığını gösteriyordu ve gökcisimlerinin hareket dinamiklerinin anlaşılmasına yardımcı oldu.
Yörüngesel hareketinin ise bir nizam içinde ve sapmadan olduğunu ise daha geçtiğimiz yüzyıllarda buldular ve günümüzden de pek uzak değildir.

o “Allah, göklerin ve  yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil  de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu  ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur.  Allah, dilediği  kimseyi  nuruna  iletir. Allah, insanlar için misaller verir.  Allah, her şeyi  hakkıyla bilendir.”(NÛR/35)
Bu ayet-i kerimede başta kandil lambalarından bahsediliyor. Ardından ise “cam fanus” diye bahsedilen şeyin içindeki yanıcı yağı ve ateşi attığında hâlâ bir ışık yayılması ise günümüzün ampul ve floresanlarına işaret oluyor.
Mantık yolu ile düşününce böyle bir anlatış yolu izlenmesi pek doğrudur. Çünkü o zamanda aydınlanma aracı olaraktan gaz lambaları biliniyordu. Eğer direkt olarak sahabelere ampulden bahsedilse idi hiçbiri anlamayacak ve ayet-i kerimeye anlaşılmaz bir şey olacaktı. Halbuku Kur’an-ı Kerim’deki her bir ayet her devre ışık tutar ve hitapta bulunur. Bundan yüz yıl sonra da başka bir mânâ alacağı pek muhtemel bir şeydir.

o “Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç  yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü’minler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O,  mutlak güç sahibidir,  çok merhametlidir. Allah, (onlara zafer konusunda)  bir vaadde bulunmuştur.”(RÛM/2-4)
O güne kadar inen ilgili âyetlerde kendileri hakkında müşrik Araplar’a nisbetle daha sıcak bir üslûp kullanılan Ehl-i kitap Bizanslılar karşısında ateşperest olan İranlılar’ın bu galibiyetleri putperest Mekkeliler’de büyük bir sevinç meydana getirmişti. Mekke müşriklerinin bu gelişmeyi Müslümanlara karşı böbürlenme aracı olarak kullanması üzerine yüce Allah müminlerin mâneviyatını yükseltecek bir müjde verdi: İlâhî bir kitaba inanan Bizanslılar kısa bir süre içinde galibiyet elde edecekler ve o zaman Müslümanlar büyük bir sevinç yaşayacaklardı (kaynak birliği ve iman ilkelerinde yakınlık bulunan inanç grupları arasında başkalarına nisbetle daha sıcak bir ilişki bulunduğuna, özellikle Hristiyanların Müslümanlara karşı daha içtenlikli davrandıklarına temas eden âyetler için bk. Mâide 5/82; En‘âm 6/114; Ra‘d 13/36; Kasas 28/52-53; Şûrâ 42/13).
4. âyette geçen ve meâlde “birkaç” anlamı verilen bıd‘ kelimesi Arap dilinde 10’u aşmayan azlığı ve daha çok 3-9 arasındaki sayıları ifade etmek üzere kullanılır. Bu kelimenin kullanımı bir yönüyle Bizanslılar’ın üstün gelmelerinin tek bir savaşın kazanılması biçiminde değil, muayyen bir süreye yayılacak galibiyetler olarak belireceğine de işaret ediyordu. O sıralarda iç isyanlardan ve iktisadî krizden ötürü perişan hale gelmiş olan Bizans İmparatorluğu’nun birkaç yıl içinde toparlanıp galibiyet elde etmesi kimsenin hatırından bile geçiremeyeceği bir sonuç idi. Fakat Kur’an’ın gelecekle ilgili bu mûcizevî haberi aynen gerçekleşti.”(Kur’an Yolu Tefsiri, cilt 4, sayfa 290-291)

o “Andolsun biz peygamberlerimizi açık kanıtlarla gönderdik, beraberlerinde kitap ve adalet terazisini de indirdik ki insanlar hakkaniyete uygun davransınlar. Bir de demiri indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır.”(HADİD/25)
Burada bir düşünmek gerektir; “Demir yerden mi çıkarılır yoksa gökten mi indirilir?” Ee, tabii ki cevabınız “Yerden çıkarılır,” diyeceksiniz diye düşünüyorum. O zamandaki herkes de öyle düşünüyordu. Geçtiğimiz yüzyılın başında da kanı bu yönde idi lâkin bir şey fark edildi ki demir bizim dünyamızda var olamayacak kadar sağlam bir metal, daha yüksek ısılardan geçerek ancak bir gelişim sağlanabilir ve şimdiki kullanışlı halini alabilirdi. Dünyanın var oluşunun ve milyonlar yıl önce göktaşları ile sıcak yıldızlardan ve gezegenlerden dünyamıza gökten indirildiği bilim dünyasında da kabul gören bir gerçek oldu. Bu o zamanda bilinmesi olanaksız bir gerçekti.

o “Göğü kudretimizle biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz.”(ZÂRİYÂT/47)
Göğün genişlemesinden maksat aslında evrenin genişlediği hususudur. Eskiden tüm gezegen ve yıldızlar yerleri ve yörüngeleri sabit kabul edilirdi lâkin artık evreni izlediğimiz yüksek kaliteli teleskoplar aracılığı ile biliniyor ki Bing Bang’ten bu yana evrende bir genişleme hâkim.

o “Artık görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü çevresinden eksiltiyoruz?”(ENBİYÂ/44)
Dünyanın oluşumu hakkında güneşten kopmuş bir parça olarak sunulan bir teori var. Güneşten uzaklaşan dünya zamanla soğudu. Lav bir gezegen halinden zamanla sıvı, ardından sıvı-katı, daha sonra da katı hâle geldi. Bilindiği gibi katı bir cisim hacminin genleşmiş hâlindedir. Soğudukça da büzülür. Şu anda dünyanın kabuk kısmı soğuduğu gibi içindeki sıcak kısım olan magma da soğumakta ve büzülmekte, magma üzerindeki kıtalar da onunla daralmakta, dağlar da toplanan toprak kütlesi ile yükselmektedir. Bunun neticesinde de dünyanın zamanla çevresinin küçüldüğü bir gerçektir.

o “Geceyi  gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor.  Güneşi ve  ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir.”(ZÜMER/5)
Bu ayetteki ince nokta, "sarıyor" diye çevrilen kelimenin Arapçasının "kevvera" olması ve bu kelimenin Türkçede geçen "küre" kelimesi ile aynı kökten gelmesi ve bu fiilin Arapçada yaygın olarak "başa sarık sarmayı" ifade etmek için kullanıldığı gibi, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak" için de kullanılmasıdır. O dönemde bulunan insanların dünya ile ilgili olan algılarını ters yüz ederek onları, onlarca doğruluğu kesin olan bilgilerini veya Kur'ân ayetlerini inkâra zorlamadan, Fakat sonraki dönemde gelecek insanlara da dünyanın yuvarlaklığını ince bir şekilde işaret etmeyi ihmal etmemek ve imtihan sırrını bozmadan bu bilgiyi vermek, sizce daha iyi nasıl yapılabilir?

o “Biz,  yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?”(NEBE/6-7)
Dağların yeryüzünün sarsıntılardan koruma görevini üstlendiği gerçeği, takdir edersiniz ki, önceki dönemlerde bilinebilecek bir şey değildi. Ayrıca eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi.
Ancak modern bilim, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını keşfetti. Hatta bilinen en uzun dağ olan Everest 9 km uzunlukta göğe yükseldiği gibi dağ kökü de 125 km olduğu biliniyor.
Yani dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahipti.
Bilindiği gibi yerin altı magma ve bildiğiniz bir lav denizi. Karalar üzerinde yüzüyor ve hızını sabit tutan bu dağ kökleri. Eğer onlar yaratılmamış olunsa idi karalar zamanla hızlanacak, kıtalar çok çabuk yer değiştirecekti, bu da Afrika kıtasının birkaç yüz yıl içinde kutuplarda olmasına sebebiyet verecekti. Eğer onlar yaratılmamış olunsa idi kıtalar birbirinden parçalanacak ve birleşecek ve ülkeler yaklaşık 50-100 yılda bir sürekli kendi sınırlarını tekrar ve tekrar çizmeleri gerekecekti. Halbuki şimdi bu kara hareketi baştan günümüze kadar ortalama 2 cm/yıl'dır.

Deist Arkadaşa Tebliğ MektubuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin