Felsefe Hakkında Hasbihal

169 16 59
                                    

Sana “Nasıl deist oldun?” diye sordum da;
“Okuduğum felsefi kitaplar beni bu fikre itti. Okudukça ve felsefeye ehemmiyet verdikçe daha çok girdim işin içine. Sonra zamanla böylece deist oldum,” dedin.
İnsanın içinde bir merak kamçısı olup da cevap araması güzel bir şeydir. Sorularla ve şüphelerle bir hayat yaşamak insanın ruhuna bir zulümdür.

Başlangıcından bugüne ve bugünden, tâyin edilen ömrünün sonuna kadar, insanlık, sürekli olarak kendi iç dünyasında ve hakikat savaşını yaşadı, yaşıyor ve yaşayacak. Bir bakıma, bu dünya hayatı, insan için, hakikat savaşını vermekten ibaret. İnsanın tabiata yaklaşması ve ondan uzaklaşması da hakikat için, kendine yaklaşması ve kendinden uzaklaşması da. Çünkü: hakikat, Hakiki'den ayrılmayarak, insana şahdamarından daha yakındır. İnsan ruhu, hakikat olmaksızın, yaşayamaz, hakikatten uzak kalamaz. Bir bakıma bunalım, ruhun hakikatten uzak kalışı, daha doğrusu uzak kaldığının bilincine varışından doğar. Kimi zaman, insan, uzak kaldığını kavrayınca hakikati kovalamak ister. Kimi zaman da andan kaçmaya çalışır. Bu kez de hakikat insanı kovalayacaktır. Çünkü, o da insan ruhunda bulmakta idrakini. Ona muhtaç değil ama, insanın yaradılış sırrı gereği onu kucaklama genel şartında.

İnsan ve hakikat. İnsanlık tarihi bu iki kelimenin içinde yatıyor. İnsanoğlu durmadan hakikati arıyor. Buluyor, âdeta bulduğuna inanamıyor ve yine arıyor. Kaybediyor, yine arıyor. Kimi zaman da hakikat gelip kendisini buluyor, ama, insanoğlu bunu küçümsüyor, önemsemiyor ve hâlâ gerçeği başka yerlerde arıyor.
Değişmeyen, geçmeyen, eskimeyen hakikat sistemini bırakıp geçici, aldatıcı olanın peşinden koşmayı yeğledi kimi zamanlar, kimi çağlar insanoğlu. Bu kolayına geldi de ondan. Ruh tembelliğinden. Ruh cimriliği ve pintiliğinden.

Peygamberlerin kurduğu hakikat medeniyetine adapte olduğu her dönem, ruh ve madde uyumu içinde mutluluğa ermişken, şuuraltından gelen iç tepkilerin zaman zaman patlak vermesiyle yine "doğru yol"dan ayrılabilmektedir insan. Vahye karşı dehayı çıkarmak istemekte insan egosu. Halbuki, vahyin doğrultusunda gelişim açılmasını yapan dehaların olumlu verim sağanağını görememektir bu.

Vahyin mucizesinin karşısında aklın harikası bir direniş bendi olarak kullanılamaz. Belli belirsiz buna teşebbüs eden insanlık bir bocalama dönemine giriyor  ve böylece tekrar hakikat bunalımına sürükleniyor.
Çağımızda da, eski uygarlıkların temeli olan peygamberler uygarlığından uzaklaşılmakta, vahyin açtığı mucize çizgisinin dışına çıkılmakta, sadece Yunan uygarlığının hukuk anlayışını kitleleştirme ile mitolojiyi akıl yoluyla gerçekleştirme doğrultusunda ilerlemeye çalışılmaktadır.

Ne Pythagoras, doğrultusu işler durumda çağımızda; belki yine de Aristo yorumlu Grek dünya görüşüyle bağdaştırılmış Roma'nın egemenlik tutkusu, Batıyı ve dolayısıyla bütün çağı alıp bir yanılgı yönüne doğru götürüyor. Aklın ürünü teknik, kendi peteğini ören ipek böceği gibi batılıyı boğulmaya götüren çerçeveyi örmekte. Madde kafesine hapsedilen ruh, varoluş bunalımının tür tür azaplarıyla kaynamakta.
Batı, anlaşılıyor ki, "kadim"in hakkını vermemenin, ebedî olana arka çevirmenin, "an"ı putlaştırmanın çıkmazı içinde. Doğu ise, yeninin hakkını tam vermeme ile birlikte kadim olanı birdenbire terk gibi bir yanlışlık ve basitliğin kurbanı.
Dava, eski olanı eskitmemekte; yeni olanı da eskiye ustalıkla ve bir sarsıntıya meydan vermeden bağlamakta. Batının yüzünü Yunan ve Roma uygarlıkları yanında öbür uygarlıklara da çevirmek, İslam ülkeleriyle doğu ülkelerini de kendi uygarlıklarıyla Batı uygarlığı arasında bir denge kurma yönünde geliştirmek; işte en önce gereken.

İnsanlık, bölüm bölüm, içinde bulunduğu uygarlık olgusunu hakikat önünde sorguya çekmek, geçmiş ve gelecek ilgilerini tazelemek zorundadır.

Deist Arkadaşa Tebliğ MektubuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin