Bir kısım kişiler bu yeryüzüne indirilme ve Cennet'ten çıkarılma olayını "Cennet'ten kovulma" diyerek bahsederler. Bilirsiniz ki "kovulmak" ile "çıkmak" sözcükleri bambaşka durumlardır. Dikkat edelim.
Kur'an-ı Kerim mealinde onlar hakkında kovulma sözcüğü geçmez, "çıkarılma" ("Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı."(BAKARA/36)) ve "indirilme" ("İnin oradan (cennetten) hepiniz."(BAKARA/38)) diye bahsedilir: Tefsir kaynaklarına bakınca ise sebep olarak bir "görevlendirilme" olarak açıklanır:Bediüzzaman Said Nursi'ye bu meseleyi de önceden sormuşlardır. Manevi bir tefsir kitabı olan Risale-i Nur'da da bu soruya çok güzel ve akla ve kalbe doyum verecek yeterli bir izahta bulunmaktadır. Dilerseniz, sorulan suale ve cevabına bakalım;
Sual: "Hazret-i Âdem'in (A.S.) Cennet'ten ihracı ve bir kısım benî-Âdemin Cehennem'e idhali ne hikmete mebnidir?"
Yani deniliyor ki; "Hz. Âdem'in Cennet'te çıkarılması ve bir kısım Âdemoğlunun da Cehennem'e gönderilmesinin hikmeti nedir?"El-Cevap: "Hikmeti, tavziftir."
Yani bir "görevlendirilme".
Cevabın devamına geçmeden önce bir şeye açıklık getirmek isterim. Rabb'imiz ezeli ilmi ile tüm bu olacakları kesin kes biliyordu. Kendisinin de planladığı ve arzu ettiği bir şeydi, cüzzi iradeleri de serbest bırakmıştı ki her mahlûk yaşayarak kendi hatasını görsün. Buna yaşantımdan bir örnek vermek istiyorum;
Benim okuduğum sağlık lisesinde uzunca boylu bir kız vardı ve matematik ile ilgi alâkası sıfırdı. O kadar ki imtihan vakti sınav kağıdına sadece adını yazıyor, geri kalan vakitte de sevdiği bir kitabı getirerek okuyordu. Bu kız sınavdan hep 2 yahut 5 puan alıyordu 100 üzerinden. Dört sene boyunca matematik sınavına girmek dâhi istemediğini izah etti, lâkin hoca girmesi gerektiğini ve kendisinin girmediği bir sınava puan vermenin doğru olmayacağını bahsetti.Aynı bu şekilde de Hz. Âdem (a.s) hadisesine bakacak olur isek Rabb'imiz ezeli ilmi ile Hz. Âdem'in gideceği yeri bilmesinden ötürü direk rahat ve huzurlu Cennet'e koymak yerine Dünya'ya bırakabilirdi ama o zaman Hz. Âdem'in irade seçimi ve "Benim Cennet gibi bir nimetin var iken neden buradayım?" sorusu ne olacaktı? Önceden bize vaat edilen Cennet'i tattırdı. Hepimizin memleketi aslında Cennet, fakat imtihan oluyoruz bu cihanda. Eğer Rabb'im bu imtihana tabi tutmayıp da pirinçten taş ayıklar gibi Cennetlik ve Cehennemlikler olarak ayıklayıp, cezalandırma ve mükafatlandırma uygulasa idi o vakit Rabb'imizin "El-Adl" ismindeki adillik sıfatı nice olurdu? Cehennemlikler demez miydi mi ki; "Bizim bu denenmeden verilen suçumuzun cezası nedir?" diye?? Cennetlikler de Dünyalık dert ve sıkıntıları bilmeseler idi Cennet gibi bir nimetin şükrü nasıl hesap edilirdi????
Şimdi cevaba kaldığımız yerden dönecek olur isek;
"Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki; bütün terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin(insanın manevi ilerleyişi) ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları(insanın kabiliyetlerindeki olmayan şeylerin açığa çıkması ve bulunan yeteneklerin de gelişerek genişlemesi) ve mahiyet-i insaniyenin(insanın temel yapısı) bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması(ALLAH'ın (C.C) güzel isimlerinin toplandığı bir eser olabilme), o vazifenin netaicindendir.(neticelerindendir.)"Bir bıçak ustasını düşünelim ki; kendisi topraktan demiri çıkardığı gibi bunu bıçak yapmak için demiri ateşte ettireceğini, çekiçler ile de dosdoğru olana kadar döveceğini iyi bilir. Bunu tâ işin başlangıcında dâhi iyi bilir.
Bir kuyumcu da madenden kömür karışımı elmas çıkarınca ayıklamak için kömür ile elmas imtihan olsun diye ocağa atmasını, kömürün yanarak kül olmasını ve elmasın üzerindeki siyah toz perdesi sıyrılarak ışıldayacağını iyi bilir. Daha da kıymetli olsun diye işin başında elmas bıçaklar ve lazer ile de kesip biçileceğini ve bir yüzüğe taş olarak takı diye kullanılacağını iyi bilir.
Bu iki zanaatkâr eğer işe başlamadan işin en son halini bilmeselerdi bir sanatkâr olamazlar, yaptıkları iş de bir hikmet ve kıymet barındırmaz idi.
Rabb'imiz de sonsuz ve ezeli ilmi ile insanoğlunu yarattığı gibi, daha yaratmadan önce evreni var etmiş, düzen ve nizam sağlanmış, dünya yaşanabilecek konum ve şartlar oluşmuş bir şekilde var edilmiş, imtihan için her şey başta hazırlanmış ve biliniyor, levh-i mahfuz'da da yazılı olarak kayıt altında tutuluyordu.
ALLAH-u Teâlâ'nın ise evreni yaratmadan önce olacak her şeyi ezelden bilmesine delilim ise; Hz. Cabir(r.a) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah'ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?" diye sordum. Şöyle buyurdu:
"Ey Cabir! Her şeyden önce Allah'ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah'ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş/cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı."
"Allah mahlukları yaratmak istediği vakit, bu nuru dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından kalemi, ikinci parçasından Levh'i (Levh-i mahfuz), üçüncü parçasından Arş'ı yarattı. Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsi'yi, üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü: Birinci parçadan gökleri, ikinci parçadan yerleri, üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı. Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü: Birinci parçadan müminlerin basiret nurunu/iman şuurunu, ikinci parçadan -marifetullahtan ibaret olan- kalplerinin nurunu, üçüncü parçadan tevhitten ibaret olan ünsiyet nurunu (La ilahe illallah Muhammedu'rresulüllah nurunu) yarattı." (bk. İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Kastalanî, Mevahibü'l-Ledünniye: 1/6; Krş. Aclunî, I/262-6)
Levh-i mahfuz olayı için delilim; "Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah'ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz'da) olmasın."(EN'ÂM/59) ayet-i kerimesidir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deist Arkadaşa Tebliğ Mektubu
DuchoweKYK'da kaldığım ve üniversiteye yeni başladığım zamanlarda odamdaki bir arkadaşın deist olmasını öğrendikten aylar sonra yazılmış GERÇEK BİR MEKTUPTUR 😊