Şiddetli bir baş ağrısıyla uyanmıştım bu sabah. Günlerdir kendimi fazlasıyla yıpratıyordum. İçinde bulunduğum bu durum, ilk günlerde beni pek fazla etkilemese de şimdi oldukça etkiliyordu. Ağır geliyordu bu yük.Fakat Aslım halanın hazırladığı kahvaltı biraz daha olsun iyi hissetmemi sağlamıştı. Yine de sıkıntıların bittiği söylenemezdi. Elimde tuttuğum gazetede yazan haberi okudukça kaşlarım çatılıyordu.
Alaz aniden elinde tuttuğu reçelli ekmeği bana uzattığında hafiften geriye çekildim ve ucundan ufak bir ısırık aldım.
Her zamanki o korkunç bir ifadesiyle, ''Ye, hepsini, iki saniye,'' dedi. Anında elindeki ekmeğin hepsini ağzıma attım.
''Dur bir!'' dedim kolumla onu ittirerek. ''Haberi okuyorum.''
Sinirle homurdandı. ''Aslım, Eva'ya baş ağrısını geçirebilecek bir çay yapsana.''
''Yalnız... Fazla düşünceli, değil mi?'' diye sordu ölü kız suratını buruştururken. ''Midem bulandı sizden!''
Onu umursamadan gazeteyi okumaya devam ettim.
Gizem Körsu adındaki gazeteci kız yazmıştı haberi. Alaz Yargın'ın yine polislerin elinden kaçtığını ama benimle beraber kaldığı evin adresini öğrendiklerini yazıyordu. Alaz evi boşaltmıştı, doğru. Fakat evde bıraktığı birkaç küçük eşya ve doldurma laflar üzerine görgü tanıklığı yapan şahitler işi batırmıştı. Yerimizi tespit etmişlerdi.
Ahsen Hanım ise bu haberin üzerine küçük bir röportaj vermişti. Haberin yalan olduğunu, Alaz'ın bulunmadığını ve bu tür asılsız haberlere inanılmaması gerektiğini söylemişti; şirketinin ve Yargın soyadının karalanması için bir tür oyun olduğunu savunuyordu. İşin aslı herkes ona inanmıştı.
Televizyonda bile biz, sabah haberlerindeydik. Haberlerdekiler de bu ihbarın asılsız olduğunu söylüyordu. Ahsen Hanım, Ateş'in dağınıklığını toparlamayı başarabilmişti. Ancak yine de tüm gözler üzerimize dönmüştü ve bu sefer kaçacak bir yerimiz yoktu.
Bir haber, on bin küfür!
Elimdeki gazete biri tarafından aniden çekilip alındı. Bu biri elbette ki şeytanın tekiydi.
''Yüzün bembeyaz,'' dedi Alaz kızgın bir tonda. ''Kahvaltını yap.''
Onun dediğini yaparak Aslım halanın önüme bıraktığı adaçayından bir yudum aldım. ''Eline sağlık, Aslım hala. Zahmet ettin, gerek yoktu.''
Aslım hala daha ağzını açamadan, ''Vardı,'' dedi Alaz. Benimle zoru neydi?
''Benimle zorun ne?'' dedim aksi bir tonda. ''Silah zoruyla yemek yediyorsun resmen!''
Alaz'ın ifadesi anında yumuşarken sandalyesini benden tarafa çevirdi. ''Yok seninle zorum, güzelim. Ye haydi.''
Beni alttan anmasına bıyık altından gülümseyerek kahvaltımı yapmaya başladım. Alaz da hemen iki sitemime kanıveriyordu. Şeytanlık bu sefer bende olabilirdi.
Sessizce yemek yediğimiz sırada Alaz, ''Dedemin eski at çiftliğinin anahtarı sen de var mı?'' diye sordu Aslım halaya.
''Var, oğlum, olmaz mı?'' dedi Aslım hala. ''Oraya mı gideceksiniz?''
Başımı kaldırıp Alaz'a baktım. Kafa sallıyordu. ''Aklıma başka bir yer gelmedi. Ayrıca orası dünyadan bihaber. Bizimkilerden kimse oraya gitmiyor. Varlığı bile unutuldu yeni yapılan çiftlik evinden sonra. Şimdilik işimizi görür.''
''Nerede ki orası?'' dedim birden sohbete dalarak.
''Alaçatı'ya bayağı yakın,'' diye cevapladı Aslım hala. ''İzmir'in merkezine uzak tabii ama oranın yolları pek tekin değildir. Issız bir yere yaptırmış babam zamanında. Arkası orman, önü deniz.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara Bandı (Tamamlandı)
General Fiction*Yetişkin içerik!* Yaralarından köşe bucak kaçmaya çalışan küçük bir kızın hayatına aniden kimliği belirsiz bir adam girmişti. Gözü karaydı adamın. Amacı doğrultusunda her şeyi yapabilecek kadar gözü kara... Bir yabancı, dedi o adama. Bir acımasız...