YB | 2 - 70 | Zamansız Zamanın Ölümü - Alaz Yargın

5.1K 455 224
                                    

"Tanrı seni cennetine geri aldı..."

Nasılsınız ballar?

Bu bölüme isim bulmak bile çok zordu. Yine Redd - Beni Sevdi Benden Çok dinleyerek yazdım, ağlaya ağlaya. Bu şarkı sanki Alaz Yargın'dan Eva'ya söyleniyormuş gibi geliyor bana, nedensiz. Siz de dinleyin isterim çiçeklerim.

Keyifli okumalar dilerim, umarım keyifli olur...

Her birinize bin öpücük!

Saklanıyordum. Belki ruhum yalnızlıkla arasında duran küçük bedeni özlediğinden mütevellit bu izbelik beni, koskoca, korkusuz gibi görünen adamı ürkütüyordu; belki de bundan böyle sükûnete tutunmaktan başka çaremin olmadığını biliyor ve sabırsız zaman yüzünden kuytu köşede saklanmak zorunda kalıyordum. Bir ses arıyordum ötemde berimde. Bir nefes, bir bakış, bir gülüş... Buradayım, diyen bir kadının fısıltısını istiyordum, mütemadiyen. Lakin yalnızdım, sakladığım bu yerde.

Bu yer neresiydi? Nasıl gelmiştim? Hangi ara yolum buraya düşmüştü?

Sorularımın cevapları ulaşamayacağım kadar uzaktı. Hâlbuki yalnız geçirdiğim üç, onsuz geçirdiğim iki gün olmuştu henüz. Saatleri, o saatlerin toplamda kaç dakikaya tekabül ettiğini, hangi saniye eksik hangi salise fazla... Her biri hesabımda, ezberimdeydi. Lakin sayasım yoktu. Zira saydıkça zaman daralıyor ve beni akrep ile yelkovanın arasındaki belirsiz boşlukta kapana sıkıştırıyordu. Saysam ne geçerdi elime, bilmiyordum. Oysa içimden sürekli tekrar ediyordum.

On iki saat, on dört dakika, otuz dokuz saniye... Otuz sekiz... Ve otuz yedi...

Aklım durmuş bir makine, içindeyse ötmeye hazır, geri sayım yapan ve patlamayı bekleyen bir saat. Tek bildiğim, tek düşündüğüm bu. Başka yol da yok viraj da. Dönebileceğim sağ kayıp, sol imkânsız...

Durgun bir deniz gibi görünüyordu düşüncelerim. Oysa denizin dibinde ne fırtınalar kopuyor, ne girdaplar peyda oluyor, kimsenin haberi yoktu. Benim dahi. Belki de böylesi daha iyiydi. Yalnızca kalan on iki saat yirmi dokuz dakika elli bir saniyeyi düşünmek, gözlerimin önünden gitmeyen gözlerin ne hâlde olduğunun hayalini kurmaktan ve türlü olasılıkların senaryosunu yazıp yazıp silmekten daha cazip geliyordu. O hayaller öyle hayallerdi ki, aklımı yitirmek şöyle dursun, kalbimi durdurmayı da es geçeyim; beni deli gibi korkutuyor, ödümü patlatıyordu. Ne yaparsam yapayım korkacaktım, aklımda dönüp duran soru işaretli cümlelerin cevaplarının kanlı canlı gerçek olabilme ihtimalinden. Yine de olur olmaz saniyelerde kendime soruyordum, Eva ne hâlde, diye.

Ateş, Eva'ya tecavüz etti mi?

İşte bu soru bitiyordu beni. Kanlı canlı gerçekti. Üstü kapalı bir soru da değildi. Apaçık meydanda olan bu sorunun türevleri yahut ihtimali nefes almama engel olan ipek urganın boynumdaki varlığının yükünü katbekat arttırıyordu.

Ateş, Eva'ya tecavüz etti mi?

Tekrar tekrar aynı soru...

Ateş, Eva'ya tecavüz etti mi?

Ona zarar verdi mi, değil; onu aç bıraktı mı, ona vurdu mu, onun tek bir teli için yıllardır mıh gibi kapalı olan göz pınarlarımı kurutabileceğim saçlarına zarar verdi mi, onun canını yaktı mı, da değil... Bu soruların hiçbiri o aklımdan çıkmayan tekinsiz soru kadar ağır değildi.

Ateş... Eva'ya tecavüz etti mi?

Peki ya neden bu soruyu düşünüyordum mütemadiyen? Asya'nın unutmadığım o bir damla gözyaşı... Doğru cevap buydu. Asya'nın bir damlacık gözyaşı dahi seksen altı gündür aklımdan çıkmıyorken kim bilir Eva'nın gözündeki yaşı görmek beni nasıl bir adama dönüştürürdü?

Yara Bandı (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin