Kahvemden büyük bir yudum aldım ve tekli koltukta bağdaş kurdum. ''Durumlar bundan ibaret,'' dedim fazlasıyla ciddi bir şekilde.
Güneş artık bizi ısıtacak kadar tepedeydi. Saat dokuza geliyordu ve biz Sevinç Hanım ve Gölgeler hakkında konuşuyorduk. Henüz kahvaltı yapmamıştık. Galiba buradaki herkes kahvaltı yapmamaya alışkındı.
''Sevinç Hanım, Gölgeler hakkında topladığı bilgileri bir dosyada biriktirmiş,'' diye açıkladı Alaz. ''Dosya bizde. İşe yarar pek bir bilgi yok. Ancak belki sen anlarsın Rüzgâr. Takma isimler var. Eğer tanıdık bir isim kulağına çalındıysa bize yararı dokunur.''
Rüzgâr ve Eylül, yan yana oturdukları koltuktan hafiften öne kaydılar aynı anda. İkisi de düşünceli görünüyordu.
Sağ çaprazımda oturan Alaz'a kısa bir bakış attım. ''Büyük bir iş bu. Sevinç Hanım da böyle düşünüyor. Gölge adlı ekip 1975 yılından bu yana çalışan köklü bir ekip ve çalışmaları da sağlam. Mafyayla ya da sokak çeteleriyle kıyaslanamaz...'' dedim resmi bir tavırla. ''Sen daha önce çetedeki insanlarla bağlantıları olduğunu söylemiştin Rüzgâr. Hatta çetelerin, Gölgelerin işine karışmadığını da söylemiştin. Belli ki onların işi sanıldığı kadar çocuk oyuncağı değil.''
''Kesinlikle,'' dedi Alaz bana katılarak. ''Tarihi eserleri çaldıklarında, arkalarında hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboluyor her biri. Bazen hırsızlık... Bazen de cinayet işliyorlar. Suçu üzerine attıkları insanların birkaçı hâlâ hapiste. Sevinç Hanım, şimdiye kadar tamı tamına seksen altı tane tarihi eser çaldıklarını bulabilmiş ama bu, buz dağının görünen kısmı. Daha fazlasına olduğuna eminim, eminiz.''
Rüzgâr eliyle sakallarını sıvazladıktan sonra, ''Daha fazla,'' dedi.
''Adlarını çok duyduk,'' diye açıkladı Eylül. ''Yıllardır mafyanın ya da çetelerin öngöremediği, engelleyemediği birçok yasa dışı iş yaptılar. Bu sebepten ötürü size yardım etmek istiyoruz ya zaten... Sadece birkaç kişinin çözebileceği bir iş değil ki bu... Daha fazlası lazım.''
Aklımı toparlamak adına başımı koltuğun arkasına yasladım ve gözlerimi kapattım.
Gölgeler... Şimdiye dek edindiğimiz bilgilere göre atalardan miras kalan tarihi eserleri kendi bünyesine toplayarak ülkenin değerlerini bu şekilde koruyacağını iddia eden bir topluluktu. Yıllardır birçok kişinin canına, malına ve özgürlüğüne kast etmişlerdi.
Türkiye'nin her şehrinde, hatta yurt dışında da birçok şehirde kendi toplanma alanları vardı. Gerçek kimlikleri gizliydi. Bir öğretmen, doktor, öğrenci ya da sokaktan geçen herhangi bir insan olabilirlerdi. Tarihi eser kaçakçılığıyla uğraşan mafya adamlarının ve sokak çetelerinin –Rüzgâr'ın çetesi gibi- hiçbiri Gölgelerin işine karışmıyordu. İşin garip tarafı ise bazı çeteler ve mafyalar onlara yardım ediyor yahut onlardan yardım istiyordu.
Daha önce Sevinç Hanım gibi birçok arkeolog, ayrıyeten polis, dedektif ve tarihçiler Gölgelerin varlığından haberdar olmuş, ama onları bir türlü yakalayamamışlardı. Çoğu öldürülmüştü. Ölmeyenler ise hapse düşmüştü. Sevinç Hanım hariç... Gölgeler işini temiz yapıyordu. Bu sebepten ötürü kimse onları yakalayamıyordu. Adları gibi hepsi birer gölgeydi.
Yıllardır adları anılsa da bir şehir efsanesi gibi olmuştu Gölgeler. Onların adını duyan, topluluklarını fark eden veya varlıklarından haberdar olan kimse gerçek olduklarını kanıtlayamamıştı. Yer altından... Çetelerden ve mafyadan bile daha büyük güçlere sahiplerdi.
Alaz ve ben de onların kurbanlarından biriydik. Antalya'da, babamın evinden kaçarken üst katta vefat eden Hüseyin amca, bizim yüzümüzden ölmüş gibi lanse edilmişti. Oysa Hüseyin amcanın evinde hiçbir parmak izi, DNA kalıntısı, kamera görüntüsü veya herhangi bir ipucu yoktu bizim adımıza. Fakat Gölgeler, suçu bizim üzerime atmış, üstüne üstelik bir de bizim Hüseyin amcayı öldürüp çinilerini ve altınlarını çaldığımıza dair yoktan kanıt yaratmışlardı. Gerçekten bulaşılmaması gereken türden insanlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara Bandı (Tamamlandı)
Ficción General*Yetişkin içerik!* Yaralarından köşe bucak kaçmaya çalışan küçük bir kızın hayatına aniden kimliği belirsiz bir adam girmişti. Gözü karaydı adamın. Amacı doğrultusunda her şeyi yapabilecek kadar gözü kara... Bir yabancı, dedi o adama. Bir acımasız...