Merhaba! Nasılsınız?
Geçmişe dönüş yaptığımız birkaç satır bıraktım sizler için...
Eğer yorum yaparak görüşlerinizi belirtirseniz fazla mutlu olurum canımın içleri. Eva sizlere kendini açmak istiyor bu sıralar.
Keyif almanız dileğiyle...
Aylardan Şubat'tı. On iki yaşımın gününü net olarak hatırlayamadığım bir sabahına uyanmıştım. Babam yoktu, okul yoktu, arkadaşım yoktu, önüme koyulan bir kahvaltı yoktu, annemin günaydın öpücükleri yoktu. Ancak elimde bazı şeyler vardı. Satın almak için iki hafta manavda çalıştığım ince yorganım da vardı mesela. Battaniye yetmezdi bana. Üşürdüm çocukken, ruhum buz tutardı. Bir müddet sonra omuzlarım dahi uyuşurdu; kırık penceremin rüzgârından.
Günlerce eve gelmeyen babamdan arta kalan yemekler, buzdolabındaki küflenmeye yüz tutmuş soğuk ekmek, musluktan akan kireçli su, teki kaybolduğu için evden çıkamadığım bir tane ayakkabım da vardı hatta.
Azla yetinmeyi bilirdim. Fazlasında gözüm yoktu lakin saçlarımın hassas dokunuşlara ihtiyacım vardı. Vardı, vardı, vardı... Benim için var olan şeyler hep ihtiyaçlarımdı.
Kolum kırıktı, on iki yaşımın hatırlayamadığım o gününde. Zira babam üşüdüğüm için aldığım yorganı çöpe atmış, parayı ona vermediğim için beni dövmüş ve yeniden soğuğa mahkûm bırakmıştı. Oysa çocuk değil miydim ben? Çocuklar üşüyünce babalarına sarılmaz mıydı?
Sanırım bazı değerler hiç bilinmezdi. Konuşulmayı unutulan eski bir dil gibiydim. Sözlüğüm de yoktu ki açıp okuyan olsun, çözsün beni, anlasın, anlatsın... Yalnızca birkaç tozlu ansiklopedi de geçerdi adım. Ondan başka hiçbir yerde var olamamıştım.
O günü unutmamamın nedeni ise geçirdiğim ağır krizdi. Yürüdüğüm kaldırımda ses çıkartan babamın terliklerindeydi gözlerim. Kendi ayaklarıma baka baka yumurta almaya gidiyordum. O zamanlar tane ile satılırdı yumurtalar. Kendimi de o yumurtalara benzetirdim. Annesiz, hiç kabuğunu kırıp dışarıya çıkmamış bir yumurta. Aldım yumurtamı. Gözüme çarpan kırmızı paketli bir çikolata duruyordu rastgele rafın tekinde. Baktım uzun uzun ama avuç içimde sadece bir liram vardı. Kırık koluma rağmen sıkmıştım avucumu; çocuk nefsim kendine sahip çıksın diye. Çocukların nefsi bir lirayla mı sınanırdı?
Marketçi abi kıyamamıştı bana, ''Al haydi,'' demişti ufak bir tebessüme gebe olan ifadesiyle. Hiçbir mimik sergilemeden çikolatayı raftan aldığımda ise tebessümü doğmuştu. Mırıldandığım teşekkürü ben bile duyamıyordum. Bütün yol boyunca elimdeki çikolataya bakarak yürümüştüm. Bedenim aniden bir yere çarpınca irkilerek durmuştum ancak yumurtam da yere düşmüştü. Kırılmıştı. Acaba yine mi katil olmuştum?
''Seni terbiyesiz!'' demişti yan apartmanımızda oturan teyzelerden biri. Onu sesinden tanıyordum. ''Bir de utanmadan bunu mu çaldın?'' Hızla kolumdan yakalayıp bedenimi sarsınca ne olduğunu anlamayarak teyzeye bakmıştım. Çatık kaşlarla yüzüme bakıyordu. Benim bu çikolatayı çaldığımı mı düşünüyordu?
''Hayır,'' diyebilmiştim sadece. Ancak o, hırsız, küçük yalancı, baban sana çikolata almak için para kazanmıyor, gibi birçok kelimeyi ardı ardına saydırmıştı. Susmuştum.
Öz babam bana katil dediğinde de, onlarca insan tarafından hırsız olarak anılınca da, binlerce hakarete maruz kalınca da susmuştum. İnsanların karşısına geçip konuşmanın, kendini ifade etmeye çalışmanın bir işe yaramadığı doğar doğmaz öğrenen biriydim. Susmak pek de aşina olmadığım bir eylem değildi. İçim yanıyordu elbette. Zor geliyordu. Fakat yine de susuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara Bandı (Tamamlandı)
General Fiction*Yetişkin içerik!* Yaralarından köşe bucak kaçmaya çalışan küçük bir kızın hayatına aniden kimliği belirsiz bir adam girmişti. Gözü karaydı adamın. Amacı doğrultusunda her şeyi yapabilecek kadar gözü kara... Bir yabancı, dedi o adama. Bir acımasız...