Gözlerimi, karanlığın koyu bir tonuna bürünmüş denize diktim bir süre. Ay aşığının yansıması hafif hafif süzülen dalgalara eşlik ediyordu. Huzurluydum sanırım. Bu duyguyu tam anlamıyla adlandıramıyordum ama içimde bir yerlerde hissedebiliyordum.Kollarımı direksiyonun üzerine koyup öne doğru eğildim. Çenemi de kollarıma yaslayarak arabanın camından içeriye doluşan denizin tuzlu kokusunu çektim içime. Henüz nefesim ciğerlerimden dışarıya salınmadan sırtımda bir el belirmişti. Narin dokunuşu pek de soğuk olmayan havaya rağmen buz kesen bedenime meydan okuyordu. İri avuç içinin sıcaklığıyla soğuk tenim çekişmeli bir savaşa girmişlerdi. Savaşın galibi belliydi. Heybetli dağların üzerinde biriken milyonlarca kar tanesi bir araya gelse dahi onun avuç içinin sıcaklığından korkar, erirdi.
Alaz... Bir parça ateş. İçimi yakıp yok eden lakin dışımı ısıtan bir parça ateşti o.
Elini tenimin üzerinde sürüyerek omzuma kadar çıkarttı. O an farkına varabilmiştim; dudaklarımın birden bire yukarıya kıvrıldığının. Parmaklarını boynumdan saçlarımın arasına daldırdı. Hareketlerinin nazikçe olduğunu söylemek biraz zordu ama dokunuşu yumuşaktı.
İşaret parmağıyla şakağıma iki kez dokunarak, ''Ceket, Eva,'' dedi reddedilmesi mümkün olmayan bir tarzda.
''Üşümüyorum ki ben,'' diye mırıldandım. Gözlerim denizin üzerinde süzülen ışıklı teknelerin kat ettiği yolu algılamak için çaba sarf ediyordu.
''Buz gibi olmuşsun,'' dedi belli belirsiz bir sinirle. Gülümsemem daha da büyürken o da arabanın koltuğuna astığım ceketi sırtıma atıyordu. Düşmemesi için ceketi omuz kısmından yakalayıp yukarıya çektim. Ancak pozisyonumu bozmamıştım.
''Hava çok çabuk karardı, değil mi?'' dedim gökyüzüne birkaç saniyelik bakış atarken. ''Sanki gece yarısı gibi.''
Beklemediğim bir anda çenesini omzuma yaslayarak bana yaklaşınca göz ucuyla yüzünü süzdüm. Bakışları doğrudan denize odaklıydı. ''Bazen deniz durgun olduğunda ve etrafta birkaç cırcır böceğinden başka hiçbir ses duyulmadığında insan geceye kadar bütün saatleri atlayıveriyor. Huzurlu çünkü. Zaman kavramı huzurla karşı karşıya gelince değerini yitiriyor güzelim. Geriye yalnızca gözlerinin gördüğü güzellikler kalıyor, o kadar.''
Başımı ondan tarafa çevirip yanağımı koluma yasladım. Bu sefer manzaram Alaz'ın düşünceli ve bir o kadar da rahata ermiş ifadesiydi. ''Sen şöyle afili konuştuğunda karşımda bambaşka bir adam varmış gibi geliyor, biliyor musun?'' dedim fısıldayarak.
Çok da yüksek olmayan bir sesle güldü. Gerilen dudaklarının açığa çıkardığı bembeyaz dişlerine hayranlık duymuştum. ''Tabii,'' dedi bana yandan bir bakış atarken. ''Felsefe okuduğum için afili laflar etmem şart.'' Çenesini omzumdan ayırmadan dudaklarını birbirine bastırıp çokbilmiş bir ifadeyle başını salladı.
Güldüm. ''Yok, be Alaz, o kadar da afili değildi,'' dedim alayla.
Muziplikle tek kaşını kaldırdı. Yüzünü bana doğru çevirerek aynı benim gibi yanağını kollarıma yaslayınca dip dibe gelmiştik. Heyecanlanmıştım. O ise gayet sakin duruyordu. ''Maalesef daha afili laflar mevcut değil ufaklık ama belki bir gün olur.''
''Belki,'' dedim usulca. Kara gözleri gözlerime bu kadar yakınken doğru düzgün cümle kurabileceğimi düşünmüyordum. Aslında cümle kuramayacağıma bayağı emindim. Bu yüzden sessizce bakmakla yetiniyordum. O da bana bakıyordu öylece. Bakıyordu ve anlatıyordu bir şeyleri. Gözlerimiz dilinin tüm kelimeleri aklımda mevcuttu.
Sessizce, ''Eva,'' dedi.
''Alaz,'' diye fısıldadım.
Devamı yoktu. Bazen birbirimize böyle bakarken adlarımızı söyleme ihtiyacı duyuyorduk. Aramızda imzaladığımız küçük bir anlaşma gibiydi bu. Dolma kalem görevi gören dudaklarımız gözlerimizin uzattığı kağıda isimlerimizi yazıyordu. Ne zaman gözlerim gözlerinde dursa adı sesimden dökülür giderdi, birkaç parça cam kırığının zemine döküldüğü gibi. Bakışlarıydı camı çatlatan ve yine bakışlarıydı camı paramparça eden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara Bandı (Tamamlandı)
General Fiction*Yetişkin içerik!* Yaralarından köşe bucak kaçmaya çalışan küçük bir kızın hayatına aniden kimliği belirsiz bir adam girmişti. Gözü karaydı adamın. Amacı doğrultusunda her şeyi yapabilecek kadar gözü kara... Bir yabancı, dedi o adama. Bir acımasız...