YB | 36 | Yangın

10.3K 617 311
                                    

Güneş tenimi kavururken üzerimdeki yeşil, uzun elbisenin eteğinin ucunu tuttum. Sonra da kumaşı ikiye katlayıp bir cep gibi yaptıktan sonra elbisemin belindeki ince kemere sıkıştırdım. Sol bacağım boydan boya açılmış, az önce yere değen eteğim dizlerime kadar toplanmıştı. Fakat burada yalnız olduğumuz için sorun değildi.

Dün gecenin yorgunluğuna rağmen sabahın sekizinde uyanmıştım. Alaz hâlâ uyuduğu için evin sağ tarafında yer alan küçük alanı gezintiye çıkmaya karar vermiştim. Ama buradan o kadar güzel otlar ve çiçekler yetişiyordu ki, bazılarını toplayasım gelmişti.

Burada dağ kekiğinin ne işi olduğunu bilmiyordum ama artık cep olarak kullandığım elbisemin eteğinin içinde duruyorlardı. Birkaç tane ayçiçeği bile vardı. Papatya da toplamıştım. Taç yapmak için olmadığı kesindi; belki kurutup çay yapardım.

''Abartma,'' dedi ölü kız. ''Tatile gelmediniz, Evacık!''

Suratımı buruşturarak, ''Kabul et, sen de sevdin burayı,'' diye söylendim.

Ölü kız gözlerini devirdi. ''Abartmaya devam ediyorsun, sevmedim... Ayrıca çirkin kokuyor.''

''Aman ölü kız be, neyi çirkin kokuyor?'' dedim şaşkınlıkla. Tek elimle eteğimi tutup yere eğildim ve küçük papatyalardan birini daha koparttım.

Ölü kız umursamadan kahvaltısına geri dönmüştü. Tek başıma sıkılsam da çiçek toplama işine devam ettim.

Denizden gelen akıntının birazı bu tarafa doğru ince, uzun bir nehir oluşturmuştu. Sazlıkların dışında kalan alanlarda da birçok renkli çiçek vardı.

''Bence cennetteyim,'' dedim kendi kendime. Başımı iki yana sallayarak ayağa kalktım ve ellerimi belime koydum.

Bakışlarım evin yan tarafında kalan balkonla buluştuğunda dudaklarıma geniş bir gülümseme yayılmıştı. Aramızdaki mesafeye rağmen Alaz'ın kara gözlerini ve dudaklarına konan ufak tebessümü görebiliyordum. Ön taraftaki verandada bulunan sandalyelerden birini balkonun korkuluklarının kenarına koymuş, bacaklarını da korkulukların üzerine uzatıp üst üste atmıştı. Beni izliyordu.

Heyecanla onun yanına yürüdüm. Balkon neredeyse yere sıfıra sıfır olduğu için aynı mesafede sayılırdık.

''Papatyalardan taç mı yapacaksın, küçük kız?'' dedi alayla. Harika selamlaşma... Mükemmel bir sabah ve Alaz'a yakışır bir, 'günaydın,' deme şekli...

Yüksek sesle güldüm. ''Aman, hayır... Uğraşacak bir şeyler arıyorum işte.''

Bacaklarını korkuluklardan indirdi, ellerini korkuluklara dayadı ve bana yaklaştı. ''Ayçiçekleriyle mi konuşuyorsun?'' diye sordu muzip bir ifadeyle.

''Kendi kendime konuşuyorum,'' dedim utanmadan. ''Hem... Onlar çok güzeldi. Ama kopartmaya kıyamadım. Hele bir tane vardı arkada...'' Elimi alnıma siper ederek arkamı döndüm ve diğer elimle Alaz'a kocaman olan ayçiçeğini gösterdim. ''Bak, şu ayçiçeği... Kocaman! Buradan küçük gibi duruyor ama yakınına gidince senden bile uzun olduğu anlaşılıyor, Alaz. Korkutuyor beni. Onunla ne konuşabilirim ki? Yer beni çiğ çiğ! Her an canlanabilecekmiş gibi.''

Gür bir kahkaha atarken korkulukların arkasından bana doğru uzandı. Aniden beni yakalayıverince karşı koyamamıştım. Belimdeki elleriyle bedenimi havaya kaldırarak beni evin balkonun içine aldı; hâlâ kahkaha atmaya devam ediyordu. Beni de güldürmüştü.

Bacaklarımın ve belimin altından sardığı kollarıyla beni evin girişine kadar taşıdı. ''Demek benden bile uzun?'' dedi sorar gibi.

''Evet,'' dedim gözlerim irileşirken. ''Onun işini bitirmeliyiz bence. Çok geç olmadan...''

Yara Bandı (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin