Uyku mahmurluğumu üzerimden atmaya çalışırken arabanın bütün camlarını açtım. Gelmiştik. İzmir'in merkezinde, Karşıyaka'daydık. Saat gece yarısı üçü gösterdiği için sokakların çoğu boştu. Sevinç Hanım'ın evi olduğunu bildiğimiz iki katlı binanın etrafında ise kimsecikler yoktu.
''Sevinç Hanım,'' dedi telefonda konuşan Alaz. ''Konuşmamız gerekiyor.'' Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra gözleri bana döndü. ''Evet,'' dedi ve bana göz kırptı. ''Her şey hazır mı? Planladığımız gibi olması şart. Bir aksilik çıkarsa... Pekâlâ.''
Telefonu kapatır kapatmaz merakla, ''Ne diyor?'' diye sordum.
''O da bizi bekliyormuş,'' dedi üstünkörü. ''Ancak bizim gelmemiz gerektiğini söyledi. Balkondan görmüş arabayı.'' Başını pencereden çıkartarak dışarıya baktıktan sonra, ''Hâlâ balkonda,'' diye mırıldandı.
''Gidelim o zaman,'' dedim omuz silkerek. ''Ama sen... Güvenmiyorsun, değil mi?''
Arkadaki çantayı eline alıp, ''İşimi şansa bırakıyorum,'' dedi ve arabadan indi.
Arkasından ben de indim ve Alaz'ı takip ederek apartmanın kapısından içeriye girdim. Burası pek de apartman gibi durmuyordu aslında. İki katlı müstakil bir ev gibiydi. Biz daha merdivenleri tırmanmadan üst kattaki kapı açılmıştı.
''Çabuk olun!'' dedi kapının önündeki Sevinç Hanım.
Kaşlarımı çattım. Umarım bu işin sonu hayra alamet olurdu. Yoksa inceldiği yerden kopup gidecekti.
Alaz'la beraber evin içine girdiğimiz zaman Sevinç Hanım hemen kapıyı kapattı ve kilitledi. ''Geçin şöyle,'' dedi loş ışıkla aydınlanan salonu göstererek. ''Birkaç saate ancak gelebilirsiniz sanıyordum.''
''Alaz hızlı kullanıyor,'' dedim pat diye. Sonra ikisine de garip birer bakış attım. Böyle de çok samimi olmuştu sanki...
''Susman hepimiz için en hayırlısı,'' dedi ölü kız.
''Neyse...'' diye mırıldandım. ''Neden evinizde buluştuk? Bize o kadar güvendiğinizi düşünmüyordum, Sevinç Hanım.''
Sevinç Hanım hafiften gülümsedi. Alaz ise sessiz kalmayı tercih ediyordu ama krem renkli, tekli koltuğa çoktan oturmuştu. Ev aşırı sade döşenmişti. Yalnızca salonu görebiliyordum. Fakat üst kata çıkan merdivenden ve aralık olan kapıdan gördüğüm kadarıyla mutfaktan da belliydi sade döşendiği. Şıktı. Hoşuma gitmişti.
''Oğlum,'' dedi Sevinç Hanım. ''Uyuyor ve... Size güveniyorum. Telefonda da söylediğimi hatırlıyorum ama.''
''Zaten güvenmekten başka şansınız yok,'' dedi Alaz. Kendinden emin ve korkutucu gülümsemesi dudaklarındaydı. ''Ayrıca fazla cesaretlisiniz. Oğlunuzun olduğu eve iki aranan suçluyu buyur etmek... Biraz pervasızlık olmaz mı sizce de?''
Sevinç Hanım ayakta durduğu yerden kollarını göğsüne bağladı. ''Bu işe çoktan bulaştım, değil mi? Göz önünde olmaktan daha güvenli.''
''Haklısınız,'' dedim Alaz'ın yanına otururken. ''Hem... Bize inanan birine zarar vermek gibi bir amacımız yok. Olamaz da. Biliyorsunuz, konuştuk.''
''Biliyorum, biliyorum,'' dedi anlayışla.
Alaz ise bana, 'Dikkatli ol' der gibi bakıyordu. Güvensizdi, doğru. Fakat ben Sevinç Hanım'a güveniyordum. İçgüdüsel olarak...
Sevinç Hanım ellerini kavuşturarak, ''Evet!'' dedi ve gülümsedi. ''Hemen sadede gelelim mi, yoksa birer bardak kahvemi içer misiniz?''
''Sade,'' dedi Alaz. Hâlâ ciddi ve taviz vermeyecek kadar keskindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara Bandı (Tamamlandı)
Aktuelle Literatur*Yetişkin içerik!* Yaralarından köşe bucak kaçmaya çalışan küçük bir kızın hayatına aniden kimliği belirsiz bir adam girmişti. Gözü karaydı adamın. Amacı doğrultusunda her şeyi yapabilecek kadar gözü kara... Bir yabancı, dedi o adama. Bir acımasız...