"Bakar mısınız, bu kitabın fiyatı nedir?"
"10 TL kardeşim."
"Ya, peki bu?"
"O da 15 TL kardeşim."
"Şey, o zaman ben birisini alayım."ikinci kitabı da almak istediği ama parasının yetmediği her hâlinden belli olan çocuğa ikimiz de üzgün bir şekilde baktık. Sonra ben hızla Hamza'ya döndüm, Hamza da bana dönmüştü. İçimden geçeni anlamış gibi tekrar çocuğa döndü ve:
"Al ikisini de, olur mu öyle şey! Yabancı mıyız ki biz?" karşımda Hamza ile konuşan bizim yazılarımızdaki çocuk anlamadan baktı. Ben gülümsediğimde Hamza da gülmüştü. Çocuk onu tanıdığımızı zannediyordu ve bizi tanımaya çalışıyordu yüksek ihitmalle. Hamza utanıp sıkılan çocuğun yanına gidip omzunu hafiften sıktı. Çocuk ona döndüğünde:
"Yav kardeşim, müslüman müslümanın davadaşı değil midir? Tanışıyoruz, En Sevgiliden (asm) beri! Hatta bu Hz. Adem'e (as) gider yani! Sen beni tanımadın, darıldım!"dediğinde çocuk gergin bir nefes verip gülümsemişti. Hamza, eski Hamza'ydı işte. Biraz şakacı, biraz celalli ama gözlerinin içi ay parçası gibi parlayan Hamza. Benim dostum olan, ciğerparem olan Hamza.
"Allah razı olsun, doğru diyorsun kardeşim."dediğinde olay tatlıya bağlanmıştı. Ben de yandan az önce çekilen kahveden biraz kese kağıdına koyup poşete ekledim. Çocuk bana gülümserken kağıda yazdığım cümleyi okuması için poşetin yanına doğru tuttum.
"Kardeş hediyesi :)"
"Allah razı olsun hepinizden inşaAllah."dediğinde Hamza cümlemizden demiş, kapıya kadar uğurlamıştı. Gelen herkesle böyle ilgilenmek, böyle anlayışlı davranmak Devran amcadan geçmiş Hamza'ya, öyle diyordu. Devran amca daha çok okumak ve camiye gitmek ile ilgilendiği için dükkana Hamza bakıyordu. Beni de böyle bulunca, kitapçıda çalışmamı istemişlerdi. Hem burada, yandaki odada yatıyor hem de kitaplarla daha çok hemhâl oluyordum. Bulunamayacak bir nimetti, bana nasip olmuştu elhamdülillah.
Ben sabahtan dükkanı açıyor, bana öğretildiği kadar öğrencilerin fotokopi işleri ile veya istenilen kitaplarla ilgileniyordum. Hamza hafızlık da yaptığı için biraz geç geliyordu, o sıra dükkan bana emanetti yani. Yaklaşık iki aydır çalıştığım için alışmıştım, ilk başlarda ne kadar zor gelse de beşeri şeylere bir zaman sonra alışıyordu insan.
Ben şu hayatta bir tek annemin omzumda olmayan eline alışamıyordum. Bir omzum hep boştu, diğer omzumda annemin eli vardı. Ama Rabbim tutuyordu, biliyordum. Biliyordum ki yüreğim böyle mesrur oluyordu. Şimdi, Hamza tutmuştu omzumdan. İki yürek, bir omuz olmuştuk.
Zaten aynı davayı sırtlanan insanlar bir omuz değil miydi? Aynı sevda, aynı dava, aynı kuru ekmek yiyen çocuğun ümmetinin evlatları. Hepimiz farklı yüreklerdik, ama bir omuzduk. Değil mi? Herkes fıtratına göre daha farklı bir duruş sergiliyordu o kadar. Hz. Ömer ile Hz. Osman bir miydi? Ya da Hz. Ebu Bekir ile Hz. Hamza? Bir değillerdi ama aynı yola iman etmişlerdi. Hepsi farklıydı, fedakarlıkları ya da dava için çalıştıkları yol farklıydı belki ama omuz birdi.
Değil mi? Böyle güzel omuz olmuşken, bölünmek hiç yakışık almazdı. Değil mi ki, bu ümmete ayrılık hiç yakışmazdı."Mülzem, sen kahvaltı yaptın mı?"yanımda bana soru soran Hamza'ya dönüp kafamı olumsuz anlamda salladım. Tek başımayken yemek yemeyi pek sevmezdim. Sinirli sinirli bana bakıp:
"Sen bu saate kadar aç durdun yani? Mülzem ben sana ne diyorum bak beni hiç.."derken elimi ağzının üzerine getirip kapattım. Ben zayıfım diye sürekli beni yedirmeye çalışan bir ailenin içine düşmüştüm resmen. O susunca elimi çektim, bana bir bakış atıp içeriye doğru gitti. O içeriye gidince ben de yazmakta olduğum defterin başına yeniden düştüm. Dedim ya, yazmak benim nefes almam gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜLZEM (Tamamlandı)
SpirituellesSizin hiç kanatlarınızı kırıp ellerinize verdiler mi? Yoldular mı tüylerinizi acımasızca. Yüzünüze canınızın acısını umursamadan soğuk soğuk güldüler mi? Sizin, sizin hiç üşümedi mi kalbiniz? Benim üşüdü, annem yerine toprağa dokunduğum gün üşüdü iç...