17- "Ağlamak, sûkütun zehrini salmak için"

1.2K 147 59
                                    

""

"Benim anlatacak bir şeyim yok Dildâr. Hanımefendi gelmiş geçmiş hıncını benden çıkardı Allah razı olsun. Neyse, daha fazla burada bulunmak istemiyorum. Allah'a emanet olun" deyip yanımızdan hızla uzaklaşan Hamza'nın arkasından bakakalmıştım. Üzüldüğü çok belli olmuştu. Kendini sakınan bir insanın böyle bir olaya kurban gitmesi çok kötü bir durumdu.

"Ben çok özür dilerim, yanlış anladım beyefendiyi. O öyle bir anda arkamda belirince korktum işte."deyip dolu gözlerle Dildâr'a baktığımda o gidip kıza sarıldı ve titreyen sesiyle:

"Ah benim güzel kardeşim. Hâlâ geçmedi değil mi yaraların?"

"Canım çok yanıyor. Atlatmaya çalışsam da olmuyor ki Dildâr. Zaman alacak sanırım,  bazı yaraların kapanması diğerlerine nisbette daha zor."

Bazı yaralar, acılar, hüzünler ve daha nicesi. Zaman merhem miydi? Merhem Allah'tı, merhem duaydı, merhem sabır ve sükûttaydı. Onca yara kan akarken sadece yara bandı takıp kanı görmemek için geçiştiriyorduk. Oysaki o pansuman isterdi, bırakırsan daha da kötü olurdu.

Pansuman duaydı, O'na teslim olmaktı. Teslim ya! Ateşlerin içine atılan Hz. İbrahim teslimi, kurban edilirken boynunu eğen Hz. İsmail teslimi, yaraları her yerini kaplasa da Allah'a isyan etmeyen Hz. Eyüb teslimi ve en evlası olan ellerine güneş ve ay verilse bile bu davadan vazgeçmeyeceğini haykıran Sevgililer Sevgilisi (asm) teslimi... Teslim, bir kelime boynumuzun altında ezildiği. 

Cebimde taşıdığım not defterimden bir kağıdı koparıp üzerine:

"Pansumanın zaman değil dua olsun. Allah'a güvenene, Allah kâfidir." 

Kağıdı eşimin eline bırakıp hanımefendiye vermesi için işaret ettim. O vermeden ben oradan uzaklaşmıştım bile. Hamza'yı merak ediyordum. İkisi de üzülmüştü. İçeriye geçtiğimde kasada kafasını duvara yaslaış şekilde yere baktığını gördüm. Yanına iyice yaklaşıp omzuna dokunduğumda korkarak bana bakmıştı. Yüzümü gördüğünde gözleri yeniden eski halini aldı ve durgunca:

"Bir üzülelim diyoruz orada da korkutuyorlar."sessizce güldüğümde ben de yanındaki sandalyeye oturdum. Dildâr ve yanındaki arkadaşı eve geçmek için kitapçıdan çıktığında ikimiz de derin bir nefes almıştık. Hamza ne kadar belli etmemek için gayret etse de oldukça üzülmüştü. Öğlen vaktine kadar kendisini hem yoğunluktan hem de benden köşe bucak kaçtığı için görememiştim.

Sonra akşam oldu zaten. Etrafı güzelce toparlayıp eve geçmek için üzerimizi toparlanmıştık. Eve geçtiğimizde yemek yiyip oturma odasına geçmiştik. Herkes elinde bir şeylerle ilgileniyor, Safiyee annem elindeki örgü modelini ders çalışmaya çalışan Dildâr'a inatla anlatmaya çalışıyordu. Dildâr en sonunda nazikçe:

"Annem onu sonra daha dikkatli dinlerim senden. Müsaden olursa ağabeyim ve Mülzem'e bir şeyler anlatmam lazım."dediğinde annem gözlüklerinin üzerinden hepimizi süzdü. Konunun ne olduğunu bizim bilmediğimizi anlayınca derin bir nefes alıp:

"Benim kıvırcık oğlumun yüzünü güldürürsün inşaAllah Dilâr."deyip odadan çıktı. Derman babam evde olmadığı için ona sormamıştı. Dikkatle eşime döndüğümde o da kapının kapanmasını bekliyordu. Hamza kalkıp kapıyı kapatınca Dildâr:

"Bugün Sümeyra ile yaşadığınız tatsızlığın nedenini anlatacağım. Neden o açıklama yapmadı diye sorarsan anlatmaya güç yetiremezdi ağabey."dediğinde Hamza şaşkınlıkla ona bakmıştı. Ben o gittikten sonra da bazı şeylere kulak misafiri olmuştum ama onun hiçbir şeyden haberi yoktu. 

"Önemli bir şey yok ya Dildâr? Korkutma beni ağabeyciğim."dediğinde Dildâr'ın gözleri dolmuştu. Yanımda olan elini tutup parmağımla okşadığımda zorla gülümsemeye çalışmıştı. Derin bir nefes aldı ve:

MÜLZEM (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin