(Bu bölüm minik bir sürpriz var, aşağıda hemencecik göreceksiniz :))
Dildâr'dan..
Çok düşmüştüm bu zamana kadar. Çok kaybetmiştim, pes etmiştim, yorulmuştum, bocalamıştım. Ama en çok anlaşılamamıştım. Bir faninin beni anlamasını deli gibi istesem de, hiç anlaşılamamıştım.
Sonradan fark ettim, insanlar anlamazdı. İnsanlar seni sen oldun diye sevmezlerdi çoğu zaman. Öyle işine geldiği için sadece... Çıkar, menfaat doluydu dünya. Kirin pasın içinde yaşamaya çalışan saf yüreklerle doluydu.Mülzem... O da onlardan biriydi bu dünyada. Anlaşılamamış, yadırganmış. Biliyordum, hiç demese de biliyordum. Onun kafasını önüne eğişi, gözlerini öyle uzaklara daldırmaları, öyle derin nefes almaları vardı ki hissediyordum bunu. Bir faninin onu anlayamayacağını anlamıştı.
Ama farklıydı işte. Faniden geçmişti, Bâki onu dinleren faniyi umursamaz olmuştu. Taşıdığı yürek değil de sevda kazanıydı sanki. Çekinir, utanır, öyle güzel sakınırdı ki kendini.
Ben onda iffetin gerçekten kadınlara ait olmadığını anladım.
Hz. Yusuf'un sakındığını, sakladığını anladım.
Onun o güzel yüreğinde olmak için dûalar ettim, o bilmeden yıllarca.
Layık değildim onun gibi birisine, çok daha güzelleri yakışırdı onun yanına. Yüz güzelliğinden bahsetmiyorum, yürek güzelliğinden. Ben onun yanında bir kömür gibiydim sanki.Küçüklükten beri bir dini eğitim üzerine büyüdüm, ahlak eğitimimi ona göre aldım. Ama her şeye rağmen, nefis denen şeyin eline de çok düştüm. Mülzem'e baktıkça bunu daha iyi anlıyordum. Belki de bu yüzden onun o güzel kalbinde bir yer sahibi olmak benim için paha biçilemezdi. O da hata yapardı elbet ama çok dikkat ederdi. Yürüdüğü yolda taşa bile dikkat ettiğini geçen ağabeyim ve onunla yolda yürürken fark ettim.
Bir taşa, bir çiçeğe bile böyle narin davranan bir insanın yüreği. Ne vardı yüreğinde diye düşündüm, bizde olmayıp onda olan ne vardı? Sonra anladım, geçte olsa elhamdülillah anladım işte.Onun kalbinde Allah vardı. Allah aşkı, Allah korkusu, Allah'a olan saygısı. Rasûlullah (asm) vardı. Sahabe efendilerimizin kıvamı vardı, evliyaların sözleri vardı. Onun içinde ondan gayrısı vardı, İslâm. Yüreğimizde kurumuş olan İslâm inancını ona baktıkça canlandırmıştım.
Ondan öte, candan öte bir şey. Onu o yapan Allah'a olan yürekten bağıydı.
Parmağımın bir anda acısını hissettiğimde korkuyla elime baktım. Elimdeki havluyu işlerken düşüncelere dalarsam, iğne parmağıma batardı tabi! Aklım hâlâ yerinde değildi ki, oturmuş heyecanım az dinsin diye havlu işliyordum.
Evet, ömrü ömrüme nasip olmuştu artık. Yaklaşık iki saat önce imam nikahımız kıyılmıştı. Ne oldu diye sormayın, sadece gözlerine baktım. Gözlerine, on üç yıldır bakmaya korktuğum gözlerine. Baktığımda, bağıra bağıra ağlamamak için kendimi zor tuttuğum gözlerine.
Yeniden, korkmadan kesişince gözlerimiz, onda hâlâ çocuk Mülzem'in bakışlarını gördüm. Öyle saf, masum, sevgi ile bakan Mülzem'i. Küçükken anlamlandıramadığım o parıltının sevgi olduğunu anlamıştım.
İkimiz de o an yeniden parka gitmiştik sanki.
Benim dizleri yırtık çoraplarım, onun okul üniforması.
Ben durmadan konuşuyorum, o beni dinleyip ara ara gülüyor.
Kedileri besliyoruz beraber, ekmeğimizi bölüşüyoruz.
Sonra ben ona bir daha görüşür müyüz ki diyorum, o da ellerini iki yana açıp bilmem ki işareti yapıyor.
O iki çocuk, bir olmuştu. Görüşürmüyüz korkusu yoktu artık. Beraberlerdi, ömür derttaşı olmuşlardı. Ve inşaAllah ahiret yoldaşı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜLZEM (Tamamlandı)
SpiritualSizin hiç kanatlarınızı kırıp ellerinize verdiler mi? Yoldular mı tüylerinizi acımasızca. Yüzünüze canınızın acısını umursamadan soğuk soğuk güldüler mi? Sizin, sizin hiç üşümedi mi kalbiniz? Benim üşüdü, annem yerine toprağa dokunduğum gün üşüdü iç...