"Anne, anne."
"Efendim güzelim."
"Babannem bizi bekliyor değil mi? Haydi baba, daha hızlı gidelim. Ona yeni ezberlediğim sûreyi okuyacağım."elimi çekiştiren ve başına mezarlığa gidiyoruz diye pembe bir tülbent takmış kızımın peşinde gidiyordum. Ne kadar hızlı gitmeye çalışsa da bir süre sonra yoruluyordu. Hubeyb yandan ona bakarak koşmaya başladı ve:
"İlk ben göreceğim babaannemi. Hatta ilk ben ezberlediğim sûreyi okuyacağım. Hem ben Felak sûresini ezberledim, sen daha Kevser'i."kızım annesinin aynısı olan bakışlarını yere indirip hüzünle baktığında yerimde durdum. Hafif bukleli saçları tülbentinden dışarıya çıkmıştı. Eğilip yavaşça kucağıma aldığımda bana bakıp zorla gülümsedi. Saçlarını yavaşça tülbentinin içerisine geri yerleştirip yanağından öptüğümde boynuma sarılmıştı. O sırada Dildâr hafiften kızarak:
"Oğlum kardeşin senden üç yaş küçük, onunla böyle konuşmasan daha güzel olur sanki. Hem sende onun yaşındayken ezberledin Kevser'i, biliyor musun?" Hubeyb durup bize döndü ve annesine başını sallayıp yanımıza geldi. Daha sekiz yaşında olmasına rağmen bazen üzerine çöken olgunluğunu bana benzetiyorlardı.
"Özür dilerim Şükran, affet beni. Senin kalbini kırmak hiç istemedim, ben çok seviyorum seni." Şükran boynumdan ellerini çekip ağabeyine dönmüştü. Ben de Dildâr'a baktığımda gülümsemiştik. Ne olursa olsun birbirlerinden dürüstçe özür dileyip sevdiklerini söylemeleri için çok uğraşmıştık.
"Ben de seni çok seviyorum ağabey, Allah'ım da seni çok sevsin."yanımıza gelip elimi tutan Hubeyb'e bakıp oldukça yaklaştığımız mezarlığı gösterdim. Sanırım ne demek istediğimi anlamıştı, nasıl oluyordu bilmiyorum ama hemen anlayıveriyordu.
"Bir, iki, üç. Koşun!"diye bağırdığında elimde Hubeyb, kucağımda Şükran ile koşmaya başladım. Tartışma nihayete ermiş, üzerine de tatlı niyetine minik bir koşu yapılmıştı.
"Aslan babam benim!"beni kocaman öpüp yere atlamaya çalışan Şükran'ı ağabeyine doğru bıraktığımda ikisi birbirinin koluna girmişti. Dildâr arkamızda kaldığı için onu beklemeye başladım. Çocuklar selam verip mezarlıktan içeriye girmişlerdi bile.
"Üç numara beni biraz zorlayacak anlaşılan Mülzem. Allah'a şükürler olsun ki sen varsın, iki çocukla zor oluyor."karnı artık belirginleşmeye başlamış olan Dildâr'a gülümseyip yorgun yüzüne bakarak koluna girdim. Buraya kadar yürüme fikrini o sunsa da en çok yorulan oydu. Tüm gün çocuklar, ev ve bir de hamilelik derken canı çıkıyordu.
Beraber mezarlığa girdiğimizde çocukların ellerini açmış dûa ediyor olduklarını gördüm. Biz de mezarlıktaki herkes için dûa edip annemin yanına gelmiştik. Her geldiğimde gözlerim doluyordu. Çocuklar ağladığımı görmesin diye kendimi tutmak zorunda kalıyordum. Onlar buraya musmutlu geliyordu çünkü. Bizim aksimize hiç görmeseler de ahirette buluşacaklarını bilip kuşlar gibi cıvıldıyorlardı.
"Babaanne biliyor musun ben ilk defa bu hafta Kur'ân kursuna gittim. Harfleri öğreniyorum. Artık ben de senin için bir sürü Kur'ân okuyacağım!"
"Ben sana yardım ederim, beraber daha çok okuruz." Hubeyb'in dediği şey ile Şükran kocaman gülümsemişti. Onun gülümsemesi içimde binlerce lamba yakıyordu. Parıl parıl parlıyordu sanki dudak kenarları. Öyle güzeldi ki. Şükran, Dildâr'a benziyordu. Hubeyb ise, tahmin ettiğimiz gibi benim kopyam olmuştu. Huyu biraz Hamza amcasına benzese de görünürde minik bir Mülzem vardı.
"Ben beşinci yaşımdayım değil mi anne?"
"Evet yavrum. Ağabeyin de sekiz yaşında. Neden sordun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜLZEM (Tamamlandı)
SpiritualeSizin hiç kanatlarınızı kırıp ellerinize verdiler mi? Yoldular mı tüylerinizi acımasızca. Yüzünüze canınızın acısını umursamadan soğuk soğuk güldüler mi? Sizin, sizin hiç üşümedi mi kalbiniz? Benim üşüdü, annem yerine toprağa dokunduğum gün üşüdü iç...