"Selamün aleyküm Mülzem.. Bey."dediğinde kafamla selamını aldım ve oturduğum koltukta biraz daha gerildim. Sakin olmalıydım, sakin olmalıydım da nasıl olacağımı hiç bilmiyordum. Hamza yandan ikimize birden baktı ve:"Çok hızlı konuşmayın işaret diliyle, daha o kadar iyi değilim okuyamam."demişti. İkimiz de ona artık bir sus bakışı atarken bir yandan da heyecanımı aldığı için teşekkür etmek istiyordum. Evet on dakikadır buradaydık ve on dakikadır Hamza aralıksız bir şeyler anlatıyordu. Sonunda susunca birbirimize selam verebilmiştik. Derin bir nefes aldım ve:
"Nasılsınız, iyisinizdir umarım?"dediğimde o da konuşarak:
"Elhamdülillah, iyiyim. Siz de iyisinizdir inşaAllah?"demişti. Yanda oturan Hamza yine gülmeye başladığında bu sefer gerçekten bıkmış bir vaziyette ona baktım. Komik değildi, gerçekten değildi ya!
"Çok gülesim geliyor tutamıyorum kendimi. Ciddi ortamlar hiç bana göre değil ne yapayım!"
"Ağabey az dur gözünü seveyim ya, iki dakika!"
"Ama niye asker arkadaşı gibi konuşuyorsunuz, komiğime gidiyor!"dediğinde bu sefer Hamza'nın tipine ben de gülmüştüm. Kendini sıkmaktan kıpkırmızı olmuştu. İşaret diliyle:
"Henüz birbirimize helal değiliz, bu yüzden olabilir mi? Hem rahatsız olabilirsiniz diye."dediğimde Dildâr:
"Estağfurullah, haklısınız tabi. Hamza ağabeyimi biliyorsunuz."dediğinde kafamı onaylarcasına salladım. Biliyordum, çok iyi biliyordum. Dildâr en sonunda bana baktı ve:
"Ben kendimi tanıtayım isterseniz."deyince kafamla onay verdim. Ellerine bakarak derin bir nefes aldı:
"Adım Dildâr, biliyorsunuz zaten. On dokuz yaşımdayım, şuan ilahiyat okuyorum. Aynı zamanda hafız olduğum için kursta arada çocuklara ders veriyorum. Kedileri severim, kuşları beslemeyi çok severim. Kitap okumayı.."
"Yarışmacı arkadaşlara başarılar da diliyor musun?"diyen Hamza yine tüm ciddiyeti bozmuştu. Onu o kadar çok tanımak istiyordum ki şuan gidip Hamza'nın kıvırcık saçlarından tutup kapının önüne koyasım vardı. Az sussan be kardeşim, ben on üç yıldır bu anı bekliyorum.
"Allah gelecekteki yengeme sabırlar versin, şimdiden dayanma güçleri ihsan etsin. Kıza üzülüyorum gerçekten."dediğinde Hamza dil çıkarıp yerine sindi. Sessiz sessiz:
"O beni öpsün alına koysun, hıh."dediğinde bu sefer gülen taraf biz olmuştuk. İkimizin gülmesi ile sinirlenen Hamza bizi işaret ederek:
"Siz birbirinize hiç baktınız mı?"dediğinde ne ima ettiğini anlamamıştım. Dildâr da anlamamış olacak ki:
"Efendim?"demişti. Hamza elini alnına hafiften vurup:
"Durun yanlış yerden girdim. Bu evlilik görüşmesi ya, bir elinize yüzünüze bakın diye dedim. Hayır Dildâr hafif şaşı gibi bakıyor bazen Mülzem, baştan diyeyim de!"dediğinde Dildâr sinirle:
"Ağabey, ayıp ama!"demişti. Şaşı bakması falan umrumda değildi ki, bakması yetiyordu. O sıra anlık bir cesaret bulup kafamı kaldırdığımda yüzüne ilk defa doğru düzgün bakmıştım.
Büyümüştü, gerçekten büyümüştü. İçinde bir yerlerde çorabı yırtık dolaşan, saçlarını sürekli arkaya doğru savuran bir kız olduğunu biliyordum. Küçük Dildâr hâlâ onunlaydı, küçük Mülzem'de benimleydi. Bana kafasını çevirdiğinde göz göze geldik. Bu gözlerin başka erkeklere böyle değmesinin içimi nasıl yaralayabileceğini o an fark ettim.
Birkaç saniye belki, yüzümde gözleri gezindi. Sonra o da benim gibi ellerime baktı. Ben sadece o ellerde bir gün ikimizin yüzüğü olabilir heyecanı ile bakmıştım. Güzellik neydi, bilmiyordum. Güzellik bir gülümsemeydi belki, belki de bir göz yaşı. Güzellik ciltte değildi, tene indirgenemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜLZEM (Tamamlandı)
SpiritüelSizin hiç kanatlarınızı kırıp ellerinize verdiler mi? Yoldular mı tüylerinizi acımasızca. Yüzünüze canınızın acısını umursamadan soğuk soğuk güldüler mi? Sizin, sizin hiç üşümedi mi kalbiniz? Benim üşüdü, annem yerine toprağa dokunduğum gün üşüdü iç...