"Sesin çıkmaz bazen, çıkamaz.
Gözün göremez.
İşitemezsin, yaşayamaz, düşünemezsin.
Titrersin en derinden, korku ile dolarsın.
Gözlerin dolar,
Yüreğin taşar,
Tüm korkunu bir kukla gibi oynatmak istercesine salarsın inci tanelerini.
Hani bazen neden ağladığını da bilmezsin ya.
Öyle işte.
Garibin gariban hâlleri.
Yorgununun dingin hâlleri.
Beşerin sükûtu taşıyan hâlleri.
O sükût ki yaşadığımız veya yaşayamadığımız her şeyin şahididir.
Gözünden akan yaşın şahididir."Defterimi kapatıp çekmeceye koydum ve derin bir nefesin ciğerlerimi terk etmesine izin verdim. Yorgundum ama yazmak iyi gelmişti. Kaç gündür üniveriste sınavları başladığı için burası tıklım tıklım doluydu. Öğrenciler sınav çalışmak için, ders notları için derken gelip gidiyorlardı.
Yerimden kalkıp üzerimi düzelttim ve sessizliği dinledim. Ne kadar insan içinde olsak da bu sessizliği gün boyunca arıyorduk. Sessizliğin içinde zihnimizin sesini duyduğumuzdan da olabilirdi. Tüm gün kendimize hasret kalıyorduk. Az önce ortalığı toparladığım için şuan her şey normaldi.
Bir tek ben vardım kitapçıda. Bunu fırsat bilip uzun süredir elimde beklettiğim ama okuyamadığım şiir kitabını karıştırmaya karar verdim. Eve biraz daha geç gidebilirdim. Zaten Dildâr'ın da sınavları olduğu için evde sürekli ders çalışıyordu. Bunları düşünmeyi bırakıp tekrar kitaba yöneldiğimde dünyadan uzaklaşmıştım. Şiirin en güzel yanı buydu sanırım.
"Mülzem, Mülzem burada mı?!"duyduğum sesle kafamı kitaptan kaldırmak istesem de kaldıramadım. Kaldırmak istemiyordum. Eğer oysa, görmek istemiyordum simasını. Baktıkça midemi bulandıran o yüzü görmek istemiyordum.
"Aha buradaymış benim canım oğlum (!)"elimde buruşmaya başlayan sayfayı yavaşça düzelttim ve kitabı kapattım. Kafamı kaldırıp baktığımda karşımdaydı. O yüzünden silinmeyen gevrek gülüşü ve alaylı gözleriyle hiçbir şey olmamış gibi bakıyordu.
"Bana hoş geldin demeyecek misin? Gelinim nerede, o sinirli arkadaşın?"
"Söylesene! Dur sen konuşamıyorsun değil mi? Unuttum."dediğinde alayla gülen ben olmuştum. Dalga geçeceğim derken kendini komik duruma düşürdüğünün farkında değildi. Sinirle oturduğum yerden kalkmadan önce kağıda:
"Ne istiyorsun?"yazıp eline verdim. Kağıda bakıp yine güldü ve gözlerimin içine bakarak:
"Ne mi istiyorum? Torunum olacağından yeni haberim oluyor, düğününe zaten çağırılmadık. Neyim ben, bostan korkuluğu mu?"dediğinde gözlerinin içine tüm sinirimle baktım.
Annemin katilinin gözünün içine.
Çocukluğumun celladının.
Beni iten, yıkan, paramparça eden, yollarda döven ve bir kere bile başımı okşamayan adamın.
Baba demeye imtina ettiğim adamın.
İçimdeki tüm hırsı dışarıya vururcasına baktım.
Gözümden bir damla yaş düşmesini bile zayıflık olarak algılayan adama.
Onun gibi bir baba olmamak için her gün dûalar ettiğim adama."Ne oldu, cevap vermedin? Yeni mektubum nerede?"dediğinde arkama dönüp bir kağıt daha aldım. Kağıtları israf ettiğim için bile içim acısa da, cevap vermeliydim. Sinirden titreyen elimi düz tutmaya çalışarak son kez yazdım:
"Sen hiçbir şey değilsin. Şimdi git, hiç olmamış ve gelmemiş gibi."
Çok mu kabaydım? Evet. Çok mu abartıyordum belki buna da evet. Ama, canım çok yanıyordu. İçimin yangını daha da kor olmuş tüm vücudumu tutuşturuyordu. Acısı çenemi titretiyordu. Buna rağmen, her şeye rağmen dimdik durmak için yalvarıyordum Rabbime. Eğilmeyecektim, bana yapılan bu zulme boyun eğmeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜLZEM (Tamamlandı)
EspiritualSizin hiç kanatlarınızı kırıp ellerinize verdiler mi? Yoldular mı tüylerinizi acımasızca. Yüzünüze canınızın acısını umursamadan soğuk soğuk güldüler mi? Sizin, sizin hiç üşümedi mi kalbiniz? Benim üşüdü, annem yerine toprağa dokunduğum gün üşüdü iç...