9- "Yoluna düşen papatya"

1.4K 194 120
                                    


Herkesin bir kazanışı vardı, bir gidişi, bir kaybedişi, bir yitişi. Göğüs kafesi içinde taşıdığı yüreği vardı. Belki katran karası, belki sümbüllerin hası.
Herkesin bir ömrü vardı, bitmekle yükümlü olan. Gitmekle, geçmekle.
Ve herkesin bir sevdası vardı. Kimi dünyaya, kimi ahirete, kimi bir kadına, erkeğe veya eşyaya. İnsan sevdiği şeye göre kıymet alıyordu ya, sevgisiyle sınanıyordu.

Ben de sınanmıştım işte.
Rabbim altın mı yoksa bakır mı diye mihenge vurmuştu defalarca. Ne olduğum anlaşılsın diye, her şey bunun içindi. Çekilen cefalar, rahmetin tecellisiydi.
Görememiştim belki, görmek istememiştim. Ne çok ummuştum bu dünyadan, ne çok aldanmıştım!

Geçip gidici, umrunda bile olmadığım bir dünya. Bir devri daim, sürekli bir sevkiyat. Kendimi çok özel bellemiştim ya ben! İçimdeki nefse uymuş belki de defalarca, günaha girmiştim. O dinlediğim sesin de ebedi olduğunu zannetmiştim. Değildi, Allah dışında ebedî mi vardı? Bilemedim.

Gördüğüm gözümü de, duyduğum kulağımı da, yürüdüğüm yolu da sahiplendim. Sanki benimdi, sanki ben mâliktim. Asıl Mâliği unutup daldım gaflete. Daha bir hücremin neler yaptığını bilemeyen ve ona sahip olamayan ben, koskoca dünyaya sahip olmaya kalkmıştım.
İnsan ya, nisyandan gelir. Unutur, aldanır. Unuttum, aldandım defalarca. Unuttuğum yerden, kırıldığım yerden ayağa yine Rabbim kaldırdı. Bu nasıl bir Rahmetti, bilemedim.
İsyan etmeye yeltendiğim onca şeyin imtihan olduğunu idrak ettiğimde, yüreğimin mesrurluğu artmıştı. İmtihandı ya, dünya imtihandı. Müminin zindanıydı dünya, yolcu olduğu yerdi.

Kırıktı benim kollarım, dünyaya tutunamamıştım. Rabbimin kollarımı dünyaya tutunmamam için kırdığını o an anladım. Anladım ki, ahirette kanatlanmak için bu dünyada kolların kırılmalıydı. Bükülen boynum için hamd ettim, boş ceplerim için, çıkmayan sesim için.

Kaybetmek gerekiyordu burada, esası kazanmak için. Bu yola viran olup da yorulmak gerekiyordu, o yolda yorulmamak için.

"Ağabey ben bu kitabı alacağım!"

"Tamam, sen kasanın oraya adını yaz; ben unutmayayım."Hamza rafları yerleştirirken içeriye giren kızla beraber yerimde toparlandım. Sonra kardeşi olduğunu öğrenince, daha rahat hareket edebilsin diye yan odaya geçmiştim. Kitabını ararken dalmıştım hayallere. İçeride biraz hareketlilik oldu, sonra kapı sesi. Ben de gittiğini varsayarak ayağa kalkmıştım. Odadan çıkarken de yere bakıyordum, zaten genelde yere bakardım.

"Ben bunu da-"önümde bir karartının hareket etmesiyle korkarak başımı kaldırmıştım. Karşımda gördüğüm bir çift göz, sadece saniyeler sürse de zihnimi o günlere götürmüştü. O günler, parka koşarak gittiğim.

..

"Ağabey, biliyor musun benim gözlerimin rengi elaymış!"bunu şaşırarak söyleyip gülünce ben de gülmüştüm. Gözlerinin içinde hafif bir yeşil parıltısı vardı, ela olduğu zaten anlaşılıyordu ki. Bunu yeni mi öğrenmişti? Yüzüne anlamadan bakınca elini ağzına götürüp hafiften kıkırdadı. Sonra bana hafiften yaklaşıp sessizce:

"Bugün öğretmenim dedi. Ben kahverengi zannediyordum ya! Ela ne renkmiş bugün öğrendim."dediğine gülmüştüm. Gözlerini bana yaklaştırıp kocaman açtı ve:

"Bak içinde minnacık yeşil var! Ay o kadar küçük ki akşamları gidiyor. Ağabeyim sonra beni sinirlendiriyor, neymiş efendim kahverengiymiş. Benim gözlerim yeşilli kahve bir kere. Değil mi ağabey?"dediğinde kafamı salladım. Gözleri çok güzeldi. Normal bir insanın ki gibiydi esasen, güzel olan bakışlarıydı. O neşe ve sevgi dolu bakışları. O da benim gözlerime baktı ve hayranlıkla:

MÜLZEM (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin