"Mülzem, Mülzem içeriden ses geliyor!""Allah'ım ağlama sesi, bebek sesi!"oturduğum yerden hızla kalkıp doğumhanenin kapısına koştum. Kalbim buralara sığmıyordu. Titreyen ellerimi zorla kapıya yasladım ve içerideki sese odaklanmaya çalıştım.
Baba olmuştum.
Baba.
Hani böyle aslan babam denilenlerden. Onun yüzünden hayata küsülenlerden değil.
Oğluyla çocuk olanlardan olmuştum, yemek için anlaşanlardan, beraber gülüp eğlenenlerden.
İçerideki çığlıklar bana bunları anlatmıştı. Birkaç çığlık neler anlatır bilir misiniz? Ben de bilmezdim bugüne kadar.Birkaç çığlık, saatleri tersine çevirip akrep ve yelkovanın ne olduğunu size unutturabilirmiş. Gözünüzden akan yaşı silemeyecek kadar mutlu olmanıza sebep olabilirmiş. Sizi dünyanın en güçlü insanı yapabilirmiş.
Ve yine aynı çığlık, durmak üzere olan kalbinize yeniden soluk getirebilirmiş. İkinci bir heyecan ve canla, iki kere atabilirmiş kalbiniz. Kalbiniz artık kendiniz için değilmiş sanki, hep onunlaymış. Bir emanete sahip çıkma uğruna sarf edilecekmiş. Bu size derin bir korku sarsa da tozlu raflarla buluşturmanız diğerlerine nazaran daha kolay olurmuş vesveseleri.
Kapının aniden açılması ve doktorun çıkması ile geri çekilmiştim. Doktor bize gülümsedi ve hepimizin içini ferahlatacak olan cümleleri sarf etti. O ana kadar kendimi ne derece sıktığımın farkına dahi varmamıştım.
"Bebeğimiz de anne de iyi. Annemiz biraz yoruldu ama içeride işler bitince odasına alacağız. Hayırlı olsun şimdiden. Birazdan bebek ile gelecekler." ihtiyaç olan birkaç şeyi içeriye gönderdiklerinde bizim payımıza yine beklemek düşmüştü. Bu bekleyiş binler hamd ve bol bol dua gerektiriyordu. Onlar gelene kadar ne dilim ne kalbim susmamıştı.
Hiç tahmin edemeyeceğim mutluluklar yaşamıştım. Hiç görmem dediğim şeyler görmüş, hiç bilmem dediğim acılar ve sevgilerle bağlanmıştı ömrüm. Ben kaçtıkça kovalamış, kovaladıkça kaçmıştı zaman.Büyümüştüm, emanetlerim artmıştı. Korkularımın yanında huzularım çoğalmıştı.
Hiç beklemediğim anda yeniden bağlanmıştım O'na. Çamura bulanmış anne diyerek ağlayan çocuğun yaralarını sarmıştı. Düşen omuzlarını bildiğini bildirmiş, yükünü fark ettirmişti. Aslında o hep benimleyken benim onunla olmam ne çok zahmet gerektirmişti. Uğraşmıştım, çok yara almıştım ama vazgeçmemiştim. O mu? O zaten benden hiçbir zaman vazgeçmemişti.
"Bebeğin babası nerede?" kucağında beyaz bir battaniyeye sarılı bebekle bekleyen hemşireye heyecanla döndüm. Kucağındaki mucizeyi kollarımla ve yüreğimle kavuşturmak için deli gibi heyecanlıydım. Hemşireye benim diye belirttiğimde bana doğru gelip çocuğu vermeye yeltenmişti ama ağlamaya başlayınca benden önce annem davranıp çocuğu kucağına almıştı.
"Tamam sakin ol oğlum, biraz heyecanlı bizim torun. Gel, vereyim kucağına." korkuyla yaklaşıp yeniden uyuma hâline geçen oğlumu kucağıma verdiklerinde onun yanaklarındaki minik damlalar benim gözlerimin içinde belirmişti. Sen ağladığında biz ne yapacaktık oğlum, her seferinde ağlarsam annen bana güler miydi?
"Rabbim böyle güzel günleri görmeyi nasip etti bizlere de. Resmen dayı oldum!"dolu gözlerle yanımda beliren Hamza'ya baktım ve gülümsedim. Minicik, kıpkırmızı bir surat karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım. Omuzlarımda beliren dağ sen miydin güzel oğlum?
"Anne çocuk kime benziyor ya? Yüzü gözü buruş buruş anlamıyorum ki."
"Oğlum daha yeni doğdu çocuk, tabi öyle olacak. Biraz zaman geçmesi lazım üzerinden ama bence Mülzem'e benzeyecek. Demedi demeyin sonra." Hamza ellerini birbirine çırptı ve sonra dûa eder gibi kaldırıp:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜLZEM (Tamamlandı)
SpiritualSizin hiç kanatlarınızı kırıp ellerinize verdiler mi? Yoldular mı tüylerinizi acımasızca. Yüzünüze canınızın acısını umursamadan soğuk soğuk güldüler mi? Sizin, sizin hiç üşümedi mi kalbiniz? Benim üşüdü, annem yerine toprağa dokunduğum gün üşüdü iç...