Gözlerimi yeniden açtığımda bir umutla odada turladı bakışlarım. Tahmin ettiğim gibi yalnızlığa bulanmış odayla başbaşaydım. Gerçek olmadığını biliyordum zaten. Peki nedendi o zaman yeniden vedalaşmış gibi hissetmem? Nedendi karanlığa rağmen beni soğuğunda donduran gözleri bütün canlılığıyla hatırlamam? Hangi hayal bu kadar gerçek olabilirdi ki?
Ciğerlerimi sökercesine öksürdükten sonra yeniden düşünmeye başlamadan yataktan kalktım. Ayaklarım buz gibi parkeye değdiğinde hala ateşim olduğunu anladım. Umursamadan uyuşuk adımlarla odamdan çıktım. Mutfaktan sesler geliyordu. Doruk olduğunu düşünerek umursamadım ama kapı eşiğine vardığımda gördüm. Oydu. Gerçekten burdaydı. Ayak seslerini duyduğundan olsa gerek, bütün o soğukluğuna rağmen sevdiğim buzdan gözleri bana döndü. Bir daha göremeyeceğime inandığım insan karşımdaydı işte. Gözleri gözlerimdeydi. Ve belirgin bir şaşkınlık, hafif bir sinir karışımı ifadesi gözlerinden bana yansıyordu. Ama konuştuğunda bana sinirlenmediğini anladım. Endişeliydi.
"Sen niye kalktın? Sabah hala ateşin vardı. Ayrıca ciğerlerini üşütmüşsün. Yatmalısın."
"Ben iyiyim." dedim boğuk çıkan bir sesle.
"Sana inanmıyorum."
"Şansa bak ki bana istediğini yaptıramazsın."
Suratında beliriveren alaycı çarpık gülüşü gördüğümde yaptırabileceğini anlamam gerekirdi. Oysa ben sadece gülmenin Rüzgar'ın soğuk bakışlarıyla uyumlu bir tezat oluşturduğunu düşünebilmiştim. Gülmesi gereken insanlar hayatlarında hiç gerçekten gülmemiş olanlardı aslında. Hani böyle her gün etrafa saçtığınız yapmacık gülümsemeler veya kahkahalar gibi değil. Gerçekten suratındaki bütün duyu organlarıyla gülmek. Gözlerde oluşan bir parıltı, içten bir gülümsemenin neden olduğu kırışmış burun, göz kenarlarından şakağa bir yol izleyen çizgiler... Gülmek buydu işte. Zamanla eskitilen, sahteleştirilen bir eylem. Ve bu eylem gerçek haliyle en çok acıyı çekenlere bahşedilmiş bir çekicilik olmuştu. Çünkü kimse o şekilde gülmezdi size. Eğer şanslı bir çocuk olursanız belki sizde o içten gülümsemeyi bir defa görürdünüz. Ama acı çeken insanlar gülümseyemezdi. Kadere okunan bütün lanetler gülümsemelerden bir parça verilerek yapılırdı. Ve Rüzgar Yağız asla içten bir gülümseme bahşedemedi bana. Onun hep sahte gülüşleri oldu. İçten ama sahte...
Birden beni kucaklayıp odama götürürken ona itiraz edemedim. Beni yatağa bıraktıktan sonra "Sana yemek getirmeye gidiyorum. Uslu dur Poll... Miray." diyerek odadan çıktı.
Bana Pollyanna diyememişti. Onu suçlayamazdım. Ben artık Pollyanna değildim. İyiliğe inancımı kaybetmiştim. Rüzgar'a inancımı, daha sonra acılı olarak geri dönmüş olmasına rağmen, terketmiştim. Oysa Pollyanna hep beyazdı. Bense ne Pollyanna olabilmiştim ne de masallardaki kötü cadı. Ben gride çakılıp kalmıştım. Ne saftım ne kirli. Ben değerini kaybetmiş bir taştım artık. Parlamıyordum, insanlara faydasızdım. Ve kimseyi beni masum göremediği için suçlayamazdım.
Rüzgar elinde tepsiyle yeniden odama geldi. Tepsiyi kucağıma bırakıp eliyle ateşimi ölçtü.
"Ateşin bayağı düşmüş. İstersen yemekten sonra duşa girebilirsin."
"İzin için sağol." dedim gözlerimi devirirken. "Ne demek." dedi her zamanki alaycı tavrıyla. "Kahvaltını yaptıktan sonra kalkabilirsin. Biraz daha iyi görünüyorsun. Ve huysuz." diye ciddi bir şekilde ekleyip geldiği gibi geri çıktı. O çıktıktan sonra kafamı yatağın başlığına yasladım.
Kahvaltı tepsisinde zeytin peynir klasiklerinin yanında bitki çayı ve omlette vardı. Gülümsedim. Rüzgar'ın yemek konusunda maharetli olduğunu görmüştüm ama yine de onun yemek yapıyor olması tuhaf geliyordu. Hala sıcakken tabağımdaki yemeği ve çayımı hızla bitirdim. Sonra yatağımdan yeniden kalktım. İçerden gitar sesi geliyordu. Yüzümdeki engel olamadığım gülümsemeyle salona girdiğimde tahmin ettiğim gibi Rüzgar'ı gitar çalıp, şarkı söylerken buldum. Karşısında yerimi aldığım gibi sadece yaptığı müziğe odaklandım. Onu dinlemek o kadar farklı bir duyguydu ki... Bir yandan çocukluğunuzda olduğu gibi masumca kahkaha atmak istiyor, bir yandan ilk aşkından ayrılmış genç bir kız gibi çığlıklarla haykırarak ağlamak istiyordunuz. O an sanki her şeye sahiptiniz ama hiçbir şeyiniz yoktu. Çelişkiler prensinin sesi bile sizi kendinizle çeliştirebiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR GÜN ANLARSIN
RomanceBeni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle... ** Ben senin en çok bana yansımanı sevdim Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim.