Ürpererek uyandığımda masada uyuyakaldığımı anladım. Masa lambası yerdeydi. O an hepsinin sadece bir rüya olup olmadığını merak ettim. Elimi cebime attığımda hışırdayan kağıdı hissettiğimde bir anda oluşuveren umudumun da bir hışırtı eşliğinde pencereden uçtuğunu gördüm. Rüzgar gerçekten bana veda etmişti. Gerçekten benden uzak duracaktı. Ağrıyan boynumu umursamadan sandalyeden kalkıp kendimi yatağa yüzüstü attım. Elimdeki metali hissedince üzgün gülümsememle elimi göğsüme yasladım ve yüzümü yastığa gömüp uyuyana kadar ağladım.
Aslında buydu işte birinin getirdiği üzüntünün çaresi. Kendine onu hatırlatıp sabahlara kadar ağlamak. Hakettiği kadar gözyaşını yastıklara boşaltmak. Ondan kalanlara sarılarak özlememek. Mümkün olabildiğince... Ona haykıramadıklarını hıçkırmak. Anlatamadıklarını gömmek, anlayamadıklarını tekrar ve tekrar defalarca diriltmek.
Sabah olup da gözlerimi açtığımda üzerimde gecenin ağırlığını hissettim. Gözyaşları suratımda kurumuştu. Banyoya girip yüzümü yıkadım. Elime aldığım suyu suratıma çarptım ve ancak o zaman yüzüğün artık elimde olmadığını farkedebildim. Hızla banyodan çıkıp yatağına döndüm. Elimle yatağın içini yokladım ama tek bulabildiğim boşluk oldu. Korkuyla yorganı, yastığı yere fırlatıp tekrar baktım. Yoktu. O sırada kapım vuruldu. Kapıya gidip hafif aralayarak kafamı uzattım. Doruk'a bu dağınıklığın nedenini nasıl açıklayabileceğimi bilmiyordum. "Kahvaltı hazır." dedi Doruk nazik bir sesle. "Hemen geliyorum." diyip gülümsedikten sonra kafamı çekip kapıyı örttüm. Yatağın yanına geri dönüp yerlere bakmaya başladım. Vuran hafif gün ışığıyla parlayan halkayı gördüğümde hemen cebime attım ve yatağımı düzelterek mutfak olduğunu düşündüğüm odaya gittim. Doruk masada oturmuş beni bekliyordu. Gülümseyerek yerime oturdum. Birkaç dakika sadece çatal ve bıçak sesleriyle kahvaltımızı yaptıktan sonra Doruk çatalını tabağına bırakıp bana döndü.
"Nasılsın?" dedi endişeli bir ses tonuyla.
"İyiyim." diye yanıtladım bende ağzıma yeşil bir zeytin atarken.
Daha fazla bir şey sormadı. Fakat cebinden çıkardığı bir telefonu önüme bıraktı. "Yemekten sonra kimi istiyorsan arayabilirsin." dedi. "Teşekkürler." diye mırıldandım ve bu defa içten bir gülümseme yerleşti dudaklarıma.
Kahvaltımı bitirdiğinde masadaki telefonu alıp ayağa kalktım. Gidecekken ani bir kararla Doruk'a dönüp "Rüzgar'ın bundan pek memnun olacağını sanmıyorum." dedim.
"Bir sorun çıkmayacak."
"Nasıl emin olabiliyorsin ki?"
"Üzümü ye bağını sorma demişler."
"Atasözlerini bırak da cevap ver lütfen."
"Bunu yapmamı söyleyen Rüzgar'dı."
"Ne?"
"Daha fazla soru soracaksan telefonu alabilirim. Konuşma zamanını benimle harcama."
"Tamam, tamam."
Hızla odama girdim. Rüzgar'ın bu teklifi beni oldukça şaşırtmıştı açıkçası. Belki bana düşman bir Rüzgar beklediğimden, belki de onu kaybettiğime inandığımdan. Bunu da daha sonra düşünmeye karar verip ezbere bildiğim ve gerçekten sahibine ihtiyaç duyduğum numarayı tuşladım. Telefon üçüncü çalışında açıldı.
"Alo?"
"Alo Burak?"
"Miray?"
"Benim."
"Sen niye telefonunu açmıyorsun? Senin için ne kadar endişelendim haberin var mı?"
"Özür dilerim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR GÜN ANLARSIN
RomanceBeni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle... ** Ben senin en çok bana yansımanı sevdim Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim.