26. BÖLÜM

192 16 15
                                    

Uçaktan inerken biçimli parmakları kolumu buldu. Her bir parmağının izi muhtemelen kolumdaydı artık. Rüzgar'ın peşi sıra çıkışa doğru sürükleniyordum. Bir ara takıldığımda oflayarak durdu. Toparlanıp ona yetiştim durakladığı sürede. Onun hızında yürürken kolumdaki parmakları da gevşedi ama zaten sol kolumun bir kısmını hissedemeyecek hale gelmiştim. Havaalanının dışında bizi bekleyen siyah bir jeep vardı. İçindeki adam bizi görünce aşağı indi. Rüzgar ona baktı ve zorlama bir gülümseme belirdi suratında. Teşekkür etmek için yapmıştı ama daha çok adamı öldürmek istiyor gibi görünüyordu. Adam alışkın bir tavırla omuz silkip yanımızdan ayrıldı. Rüzgar arabaya binerken bende yan tarafa binmek üzere arabanın etrafını dolaştım. Yerimi alır almaz arabanın motoru homurdandı. Arkama yaslanıp gözlerimi yumdum. Yorulmuştum. Sanki yüzlerce yıl uyusam yetmeyecekmiş gibi yorulmuştum. Yakın zamanda yeniden bir masal kahramanı olacaksam bu Pollyanna olmayacaktı. Yorgundum yorgun olmasına ama gözlerimi ne kadar kapalı tutarsam tutayım uyku bir damla bile süzülmüyordu zihnime. Beynim uykuya yer bırakmayacak kadar soruyla doluydu. Ellerimle gözlerimi ovuşturup yeniden açtım. Ağaçlar beşer beşer yanımızdan geçiyorlardı. Bakışlarım hız çizelgesini bulduğunda seksende olduğunu gördüm. Şehrin içinde bu hızla gitmek ne derece doğruydu bilmiyordum. Fakat artık bir şeyleri sorgulamaktan o kadar bıkmıştım ki umursamadım. O an anladım ki bana ne olacağı uzun bir süredir umrumda değildi. Hep Rüzgar'a güvendiğim için olduğunu düşünsem de kendi güvenliğimi umursamıyordum ben. Tam olarak ne zaman başladığını bilmiyordum. Şu anda bir ağaca çarpsak mutlu bile olurdum belki de. Hayattan bir beklentim veya ona verebilecek bir şeyim kalmamıştı. Elimde umut edecek bir şeyler kalmamıştı, güveneceğim insanlar yoktu. Sevebileceğim bir insan bile kalmamıştı. Yaşayan bir ölü gibiydim. Duygularım yoktu artık. Düşüncelerim yoktu. Kafam onlarla doluydu belki ama ben onları duyamıyordum uzun süredir.

Ailem yoktu benim ölümüme üzülecek. Başucumda ağlayacak bir annem yoktu. Ya da içine kapanacak bir babam yoktu. Toprağıma bakıp kızım diyecek kimsem yoktu. Sadece bir kaç arkadaşım vardı ve ne kadar onları ailem gibi görsem de değillerdi. Yokluğuma alışabilecek insanlardı. Semih'le aylardır konuşmuyordum zaten. Selin'le de sadece Mehmet'in ölümünde konuşmuştum. Beni özleyen sadece Burak vardı. Sesimi duyduğunda boğazı düğümlenen, konuşamadığımda içimi özlem kaplayan tek bir insana sahiptim ben. Sadece onun için yaşıyordum. Ve sadece o atlatamazdı benim ölümümü ama alışırdı. Atlatmış gibi rol yapardı. Yıllar sonra soluk bir hayalden ibaret kalırdım onun için de. Belki bazı geceler aklına gelirdim ve bir damla yaş süzülürdü gözlerinden. O kadar...

Ölüm herkes için buydu aslında. Kim olursa olsun anılar birer birer siliniyordu aklınızdan. Ve asıl acıtan şeyin anılar olduğunu azalan acınızla birlikte anlıyordunuz. Ben başkalarında acıtan anılar bırakmadan yaşamıştım. Ve öldüğümde bu acısız olacaktı.
Silinecektim insanların zihninden, gökyüzüne karışacaktım. On yıl sonra dünyada sadece bir mezar taşı kalacaktı. Defalarca gittiğim mezarlıkta hiç dikkat etmediğim yüzlercesinin yanına yerleştirilen. Ordakilerden biri olacaktım. Kimse geçerken adıma bile bakmayacaktı.

"Ne düşünüyorsun?" dedi tok sesiyle.

"Hiç." dedim gözlerimi ağaçlardan ayırmadan.

Tam da beklediğim gibi, zorlamadı. Sadece karanlık çöken yola bakarak sürdü. Kafamı cama yaslayıp ona baktım. İnsanın içine işleyen bir güzelliği vardı. Soluk beyaz teninin daha da beyazlaşmış halde aklıma süzülmesine izin verdim. Kendi ölümümü geç de olsa düşünmüştüm ama ölenin Rüzgar olması... Bu çok daha farklı hissettiriyordu. Daha acı. Tuhaf fakat sanki ölmeyi ondan daha çok hakediyormuşum gibiydi.

"Meleklerde ölür mü?" diye mırıldandım, gözlerimi ölüm meleğimden ayırmadan.

Buzulları bir kaç değerli anda benim yosunlarımla buluştu. Sanki bütün bu olaylar olmadan öncesindeymişiz gibi baktı bana.

BİR GÜN ANLARSINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin