Yataktan kalktığımda istemsiz Rüzgar'ı aradı gözlerim. Tek bulabildiğim ise koltukta oturmuş telefonuyla uğraşan Doruk oldu. Yanına gidip bağdaş kurarak oturdum. "Napıyorsun?" dedim kafamı telefona yaklaştırarak. Oyun oynadığını görünce oldukça yüksek bir sesle kahkaha attım. "Gülmesene ya, çok sıkıldım." dedi o da sırıtarak. "Kıyamam." dedim kahkahalarımın arasında. "Bana gülmeyi bitirdiysen kahvaltıya inebilir miyiz? Açım ben."
Küçük çocuklar gibi görünüyordu. Dudağımı ısırarak kahkahalarımı bastırmaya çalışırken başımı salladım. Üstümü değiştirme ihtiyacı duymadan Doruk'un koluna girdim ve yemekhaneye indik.
Sessizce yediğimiz yemeğin ardından Doruk'a kahvaltı sırasında gelen mesaj dolayısıyla hazırlanmaya başlamıştık. Rüzgar bu defa işini sağlama almak istemiş olacak ki bir daire satın almıştı. Ufak bir yer olduğunu ama Doruk'la rahat edeceğimizi de söylemişti hatta. Ciddi olduğunu kanıtlamak ister gibi.
"Hadi gidelim." dedim çantamı sırtıma asarken. Doruk da kafasını sallayıp kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmış giderken bir kaç çift gözü üzerimde hissettim ama kafamı yerden kaldırmaya hevesim yoktu. Bir el omzuma dokununca isteksizce de olsa yerdeki parkelerden aldım bakışlarımı. "Seninle iki dakika konuşabilir miyiz kızım?" dedi kırklı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kadın. Doruk'a baktım. Omuz silktiğini görünce kadına belli belirsiz bir onay verdim. Doruk'un biraz daha ilerleyip bizi kısmen yalnız bıraktığını gördüm.
"Dün olanları gördüm." diyerek konuya girdi kadın.
"Bütün otel gördü zaten." dedim tüm umursamazlığımı giyinip.
"Ama ben anladım da. Onlar gibi izlemedim."
"Ben gerçekten bu konuşmanın nedenini öğrenmek istiyorum şu an."
"Ne halde olduğunu görebiliyorum. Kırılmışsın."
"Bunu görmek çok zor olmasa gerek."
"Ne kadar kırıldığını görebilmek zor ama. Bana inanmayabilirsin kızım ama inan bana o çocuk senden daha kırgın."
"Haklısınız. Size inanmıyorum."
"Seni kıran sadece o ama o bir şeylere defalarca kırılmış. Fazlasını kaldıramaz ve bunun farkında. Sadece kırılmamaya çalışıyor."
Omuz silktim. Karşımda duran yaşlı kadın aylardır tanıdığım çocuğu benden daha iyi tanımıyordu. Belki bende tanımıyordum ama yine de sadece bir kaç dakika görmüş birinden daha çok tanıdığımı umuyordum.
"Onu kırma. Çünkü bunu yapabilecek belki de tek kişi sensin."
Cevap vermemi beklemeden arkasını dönüp asansöre ilerledi. Benim dışımda herkes Rüzgar'ı kırdığımı, bunu yapabilen tek insan olduğumu düşünüyordu ama kimse Rüzgar'ın beni kırdığını, beni yıkabilen tek insan olduğunu anlayamıyordu.
Ne zaman yanıma geldiğini anlamadığım Doruk'un kollarına sığındım ve otelden çıktık. Kapının önündeki taksiye bindiğimizde düşünmemek için dışarıdaki yoğun karı izledim. Birden hapşurup kafamı cama vurduğumda benim tarafımda olmayan şansa içimden bir küfür savurdum. Endişeli mavi gözleri görmezden gelerek dışarıyı izlemeye devam ettim.
"Hasta olacağını biliyordum. Senin kalın bir şeylerin yok mu neden ince giyiniyorsun sanki? Kesin nezle oluyorsun."
"Yeter anne.."
Sitemimi duyduğunda "İyilik de yaramıyor." diye söylenerek önüne döndü.
Bir defa daha hapşurduğumda üzerimde yeniden bir çift göz hissettim ama umursamadım. Taksi 5 katlı taş bir binanın önünde durdu. Aşağı inip de eve ilerlerken kendimi bir dejavu anının içinde buldum. Yine Doruk'la beraber ilk defa gördüğüm bir eve giriyordum ve yine Rüzgar'la aram bozuktu. Sadece bu defa düzeleceğine dair bir umudum da yoktu. Bütün umudumu, Rüzgar'la olan güzel anılarımı uçaktan inerken düşürmüştüm. Omuzlarımdaki ağırlığı boşverdim ve inadına omuzlarımı dikleştirerek binaya girdim. Eski zamanlardaki gibi biraz rol yapabilirdim artık. Beni zayıf düşüren çocuk etrafta olmayacaktı. Gülümseyerek daireye girdiğimde Doruk'un da şaşkın olduğunu anladım. Ona bakıp sırıttım. Bu halime alışmalıydı. O da bunu farketmiş olmalı ki bana içten bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ev iki oda bir salondu. Ama fazlasıyla lükstü. Bembeyaz duvarlara eşlik eden kırmızı koltuk takımı vardı mesela. Bir de beyaz televizyon ünitesinin içinde kendini belli eden simsiyah bir televizyon. Doruk beni yatak odama götürene kadar salondaki bu sade zerafeti incelemiştim.
Odama girdiğimde duvarların beyaz ağırlıklı olduğunu ama bazı bölümlerinin siyah duvar kağıtlarıyla kaplanmış olduğunu gördüm. Oda genel olarak beyazdı. Beyaz bir kitaplık vardı mesela. İçi kitaplarla doluydu ki bu suratına istemsiz bir gülümseme oturmasına sebep oldu. Çalışma masası da beyazdı. Üstünde de siyah zarif bir dizüstü bilgisayarla sarışın bir kız bebek figürü vardı. Bunun bir masa lambası olduğunu kısa sürede anlamıştım. Bütün bunları Doruk'un ayarladığına inanıyordum. Rüzgar olamazdı. Benden nefret ettiğini açıkça beyan eden adam beni nasıl mutlu edeceğini bu kadar iyi bilemezdi. Gardrobumda da ağırlıklı olarak kışlık spor kıyafetler vardı. Bir kaç elbise de fazla iddialı olmayacak şekilde seçilmişti. Zaten onları giyeceğimi düşünmediğim için umursamadım. Kendime ait bir banyom da vardı. Orayı incelemeye ihtiyaç duymadan ellerimi lavaboda yıkadım ve gidip Doruk'un kapısını tıklattım. "Gir." sesini duyduğumda kapıyı açıp içeri geçtim. Doruk'un odasında mavi ve siyah ön plandaydı. Doruk yatağında uzanmış bana bakıyordu. "Teşekkürler." dedim bütün içtenliğimle.
"Ne için?"
"Odanın dekorasyonu mükemmel olmuş."
"Ben dokunmadım. Rüzgar ayarlamış. Hatta eve ilk defa seninle geldim."
"Rüzgar beni o kadar iyi tanıyor olamaz." dedim.
Omuz silkti. Bende "Neyse." dedim ve kendi odama geri döndüm. İçimde yeşermeye hazır umut kırıntıları vardı ve bu beni korkutuyordu. Çalışma masasına oturdum ve bebek figürünü elime aldım. Kıza bakarken masadaki post-it dikkatimi çekti. Masadan çıkardım ve okumaya başladım.
"Bu odanın beyaz olmasını özellikle istedim Pollyanna. Nedenini anlamışsındır. O zaman neden siyah duvar kâğıtları var diye soracaksın biliyorum. Çünkü benim yanımdayken masumiyetini karalıyorum Pollyanna. Benden uzak olman için bir neden arıyorum kendime. Aslında nedenim açık ama uygulayamıyorum ve uygulayamadığımda da kırılan yine sen oluyorsun. Bencil herifin tekiyim işte. Ama dediğim gibi sadece birkaç ay. Bu sefer direneceğim Pollyanna. Sadece beni kötü hatırlamanı istemem. Vedanı ettin zaten sen bana. Bu da benim sana vedam olsun."
Gözlerimde belirdiğini hissettiğim yaşları göndermek için elimi gözlerime bastırdım. Post-iti elimde buruşturup cebime sokuşturdum. Elime çarpan metali hissettiğimde avcumun arasına aldım. Rüzgar'ın verdiği yüzüktü. Her ne kadar kötü anlarla hatrımda kalmış olsa da Rüzgar'a aitti. Ve ben ona ait her bir hava taneciğini bile saklamak istiyordum. Bu defa kararlı olduğunu anlamıştım çünkü. Benim için kimsenin olamadığı şekilde değerliydi ve ben ona benim için "kimse" olduğunu söyleyerek veda etmiştim. Ne büyük bir yalandı oysa. Rüzgar Yağız benim için hiçbir zaman kimse olmamıştı ve asla da olmayacaktı. Hayatımın hatırlayacağım birçok anısında o vardı. Her gözümü kapattığımda karşımda bulduğum buz mavisi gözler onundu. Son aylarda güldüğüm zamanlar onunlaydı. Çınar'ı unutabildiğim anılar onundu. Bu yeni Miray onundu. Onun eseriydi. Beni yeniden yaratan bir adamı sevmemek benim ne haddimeydi oysa.
Onu seviyordum ama nasıl bir sevgi olduğu hakkında tahminim bile yoktu. O benim için aşka dair bir şeyler hissettiğim adam gibi değildi. Çınar'a hissettiklerime benzetmiyordum o duyguları. Ya da belki Rüzgar'ı Çınar yapmak istemiyordum. Burak gibi değildi, her saniye dertleşebileceğim bir dost. Doruk gibi de değildi, her türlü sorunda sıcak kollarının altına sığınabileceğim bir abi. Rüzgar benim için kimdi bilmiyordum ve açıkçası öğrenmekten de korkuyordum. Bana acı vermesinden korkuyorum. Güya kendimi koruyordum kendi hislerimden.
-----
Belki sürekli birileriyle karşılaştırmasam anlayabilirdim. Ama bazen farkettiğiniz bazı gerçekler için geç olmuştur, geri dönemezsiniz ve yudum yudum ölürsünüz. Geç kaldım ve ölmek için sonraki otobüsü beklemek zorunda bıraktım kendimi...
-----
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR GÜN ANLARSIN
RomanceBeni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle... ** Ben senin en çok bana yansımanı sevdim Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim.