"Ben niye bana sinirli olduğunu anlamadım."
"Çok soru soruyorsun."
"Sen de hiçbirine cevap vermiyorsun."
"Sus Miray."
"Bak yine susturuyorsun beni."
"Çünkü senin sesini duymayı şu an istemiyorum."
"Ama neden?"
İçten bir küfür savurarak yeniden yola odaklandı. Bana karşı olan bu anlık sinirinin nedenini öğrenmeyi deli gibi istiyordum ama biz köprüde kapışan iki aptal keçi gibiydik. Birimizin düşmemesi için düşünmem gerekiyordu. Ya da belki sadece susmam... Ben de öyle yaptım. Sustum, başımı koltuğa yasladım ve bir aydır karın yerini alan yağmuru izledim. Her damlasına bir acı sakladım ve toprağın altında kaybolmasını diledim. Her dilek kabul olurmuş aslında. Belki bugün, belki yarın, belki de yıllar sonra olurmuş ama her dilek kabul olurmuş.
Arada üzerimde hissettiğim bakışları umursamadan yola bakmaya devam ettim. Araba durur durmaz kapıyı açmaya yeltendim ama kapı kilitliydi.
"Bu ne şimdi?"
"Susmana alışık değilim."
"Bana susmamı söyleyen sendin."
"Haklısın."
"Rüzgar gerçekten neler oluyor? Yani senin dengesizliklerine alışığım ama bu senin için bile fazla."
"Tahmin edebileceğinden bile büyük bir kumarın içindeyiz çünkü."
"Ne?"
"Bunu arabada mı konuşmayı tercih edersin?"
"Evde anlatacak mısın?"
"Biraz kafayı bulduktan sonra bilmen gerektiği kadarını."
"Ciddi olamazsın."
"Tamam o zaman."
Kapının kilidini açıp indi ve eve yürümeye başladı. Hiçbir şey bilmemekten iyidir felsefesiyle peşinden koştum ve eve girerken "Öyle olsun." dedim. Yüzünde gülümsemeye benzer bir ifade belirdi. Fakat o kadar yapmacıktı ki...
İçeri girdiği gibi mutfağa ilerleyip bir şişe tekilayla birlikte salona döndü. Peşinden odaya girmiş "Bardağı unuttun." derken şişeyi ağzına dayamış içiyor olduğunu gördüm. Adem elması aşağı yukarı dans ederken şişenin çeyreğini bitirmişti bile. Kendini koltuğa bıraktı. Ben de koltuğun öbür köşesine geçtim. O susuyordu, ben susuyordum. O içiyordu, ben izliyordum. Küçük döngümüzde değişen tek şey turuncu sıvının miktarıydı. Şişenin çeyreği, yarısı derken dibi göründüğünde "Ne kumarı bu?" diye mırıldandım. Sesim duvarlara çarpıp kulaklarıma ulaşmıştı. Rüzgar sanki duymamış gibi cevap vermedi. Gözlerimi dizlerinin arasında durup şişeyi tutan ellerinden ayırıp yüzüne baktım. Onunda gözleri şişenin üzerindeydi. "Rüzgar." diye fısıldadım. "Efendim?" dedi aynı yükseklikte. Sesi o kadar melodik çınlamıştı ki odada bir an afalladım. Buzlu deniz mavisi gözleri ancak bir gölde yer bulabilecek yosun yeşili gözlerimle buluştu. "Be..ben" derken içimden kekelememe bir lanet okudum. Neden kekelediğimi bile bilmiyordum. Alışık olmadığım sarhoş - gerçi hala kafası yerinde gibi bakıyordu- Rüzgar mı, gözlerindeki o yumuşak tını mı, yoksa hiç duymadığım melodik sesi mi beni böyle afallatmıştı bilmiyordum. Tek bildiğim konuşabilecek gibi hissetmediğimdi. Derin bir nefes alıp konuşmaya karar vermiştim ki dikkatle beni inceleyen buzulları yetmiyormuş gibi dudağının tek kenarı da kıvrıldı. "Soru... sordum." dedim cümlemin kısa olması için çabalarken. Uzun bir cümle kurmaktansa uçurumdan atlamak daha kolay görünmüştü gözüme. "Sana anlatamayacağım bir kumar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR GÜN ANLARSIN
RomanceBeni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle... ** Ben senin en çok bana yansımanı sevdim Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim.