18. BÖLÜM

282 46 4
                                    

(Resimdeki Rüzgar)

Yaklaşan ayak sesleriyle koltuktan kalkıp kapıya yürüdüm. Tıklatma sesiyle birlikte kapıyı açtığımda buz mavisi soğuk gözlerle karşılaştım. Gözlerinin derinliklerinde bir parıltı gördüğümü sandım bir an için ama o kadar hızlı silindi ki sadece bir hayalden ibaret olduğuna inandım istemeyerek. Elindeki çantayı aramızdaki bir metrelik mesafeye bıraktı. Bakışlarım yere çarpan çantaya dönünce Rüzgar'ın arkasına döndüğünü farkettim. Aramızdaki nedensiz soğukluk gözlerimde hissettiğim ıslaklığa sebep oldu. Kendimden izin bile almadan bileğini yakaladım. Yaşadığı şaşkınlıkla bana döndü. Beni böyle yıkılmış görmeyi beklemediği belliydi.

"Konuşalım?" dedim mırıltı gibi sesle. O ise şaşkınlığını çoktan bir kenara bırakmış buz prense dönüşmüştü.

"Ne hakkında?"

"Sence de konuşmamız gerekenler yok mu?"

"Hayır."

"Ama konuşmalıyız. Aramızdaki bu sorun her neyse çözmeliyiz."

"Neden?"

"Seninle böyle olmak istemiyorum da ondan! Seninle gülebilmeyi özlüyorum, sana sarılmayı, seninle dertleşmeyi özlüyorum. Dost olduğumuz zamanları özlüyorum."

Bir an yukarı kalkan eli geri indi ve bir an gözlerinde oluşan yumuşama da geri kayboldu. Yumruklarını sıktı ve "Özleme." dedi. Yanağıma süzülen bir damla yaşı umursamadan devam etti ardından. "Bir kaç aya bu çile bitecek. İkimizde kurtulacağız. Alışma bana, özleme beni. Sadece birkaç ay dayan. Senin için çok zor olamaz." Yüzündeki alaycı gülümseme de yerine yerleştikten sonra onun için bir anlam ifade etmediğimi anladım. Yolda bulduğu sahipsiz bir köpekten farksızdım. Sonumsa bir barınaktan ibaret olacaktı. Öylece bırakacak ve arkasına bakmadan gidecekti.

"Bu kadar olamaz!" diye bağırdım, yine arkasını dönmüş gidiyor olduğunu farkettiğimde. Yüzüme bakmaya bile zahmet etmeden. "Bu kadar." dedi ifadesiz sesiyle.

"Ben yolda bulduğun köpeğin değilim, sende öylece birkaç geceliğine beni evine almış bir adam değilsin!"

"Neyim ben o zaman, kimim?!"

Sinirle arkasına dönüp aramızda on santimlik bir mesafe bırakacak kadar yanıma gelirken kurduğu bu cümleyle içimde bir şeyler kırıldı. Belki de güvenimdi o kırılan. Bilmiyordum.

Odalarından çıkmış, bilmedikleri bir dilde kavga eden bizi izleyen insanları umursamadan bağırmaya devam ettim. Sinirle ağzımdan çıkan şeyleri umursamadan konuşuyordum.

"Eğer istediğin buysa artık hiç kimsesin!"

Gözlerini zemine kitledi ve "Evet, tam olarak istediğim bu." diye mırıldandı. Kafasını yeniden yerden kaldırdığında sadece bir saniye göz göze geldik ve arkasını dönüp gitti. Bu sefer ne ben onu tuttum ne de o geri dönüp beni aşağıladı. Sessizce aramızdaki dostluğun iplerinden birini daha kestik ve geriye kalan ipliklerin dayanmasını umduk, umdum. Oysa dayanmazdı, biliyordum.

Karşımda beliren gölgeyle umutla başımı kaldırdım ama sadece Doruk'tu. Kollarımı boynuna sardım ve yanımda olan birileri olduğunu kendime hatırlattım.

"Geçecek." diye mırıldandı kulağıma. "İnan bana geçiyor."

Sadece derin bir nefes aldım ve kollarından kurtulup "Biraz dinlenmek istiyorum." dedim. Başını olumlu anlamda sallayınca arkamı dönüp odama ilerledim. Doruk da arkamdan geldi. Yalnız kalmayı istiyordum ama beni yalnız bırakmadığı için de ona minnettardım. Odaya girip çantadan kalın bir hırkayla eşofman alıp banyoya girdim. Aynada kendime baktım. Gözlerimde oluşmaya başlayan kırmızı damarlar vardı. Sadece kırmızı gözler yetmiyormuş gibi birde morarmış ve şişmiş gözaltlarım uyku ve biraz sakinlik için yalvarıyordu bana. Hasta görüntümün altında gerçekten de bitkin bir kız vardı. Göründüğümden bile daha kötü durumdaydım belki de.

Üzerimi hızla degiştirip sessiz hareketlerle banyodan çıktım. Doruk'un telefonla konuştuğunu duydum. Bana arkası dönüktü. Pencereye yaslanmış yorgun bir sesle konuşuyordu. Kiminle konuştuğunu biliyordum aslında. Belki de bu yüzden onu dinlememe konusunda kendimi ikna edemedim.

"Bu yaptıkların..."

"…"

"Bunun bir bahanesi yok."

"…"

"Sadece daha kötü olacak ve bunu biliyorsun."

"…"

"Sadist bir psikopat gibi davranıyorsun, tamam mı?"

"…"

"Kes şunu."

"…"

"Tamam. Tamam, dinliyorum."

"…"

"Ciddi misin sen?"

"…"

"Bak bir sorumluluk alıp bundan kaçamazsın."

Bir kaç dakika süren sessizlikten sonra Doruk'un sesi daha anlayışlıydı. Rüzgar'ın ona ne söylediğini bilmiyordum ama kötü bir şey gibiydi.

"Elbette bunu yaparım biliyorsun. Seni asla yarı yolda bırakmam. Sadece bana iyi olacağına dair söz ver tamam mı? Her şey çığrından çıkmadan bir şeylerin farkına varmalısın. Kendine iyi bak."

Telefonu kapatıp arkasına döndüğünde beni orada görmenin onu şaşırtmadığını gördüm.

"Hepsini duydun mu?" dedi kendini kanepeye bırakırken. Başımı salladım.

"O iyi değil Miray."

"Bende pek iyi sayılmam."

"Nasıl hissediyorsun?"

"Berbat."

"Bana anlatabileceğini biliyorsun."

"Biliyorum."

Omuz silktikten sonra merak ettiğim o soruyu sormaya karar verdim.

"Ne konuştunuz?"

"Uzun hikaye."

"Vaktim var."

"Bence vaktin değil uykun var. Kısaca söylemem gerekirse artık ikimiz varız. Rüzgar bir şeyleri dışardan halledecek."

"Etrafta olmayacak yani? Ne kadar süreliğine peki?"

"Hiç bilmiyorum sarı ama umarım uzun sürmez. Etrafta olmadığında onun için endişeleniyorum."

Elimi omzuna koydum. Benim hep yanımda olan insana sessizce burdayım  diyebilmek için. Gözlerimin içine bakıp gülümsedi. Elini elimin üstüne koydu ve "Uyu hadi artık." dedi sesindeki bariz baba şefkatiyle.

"İyi geceler." diyerek kalkmaya yeltendim ama aniden içimden gelen bir dürtüyle Doruk'a bir defa daha sarıldım. Kısa sarılmamızın ardından kalkarak yatağıma uzandım.

Işıklar söndüğünde içimi kaplayan hisle boğulduğumu hissettim. Kayra öldüğünde bile bu kadar boşlukta olduğumu hissetmemiştim. Ne kadar kabul etmek istemesemde Rüzgar'ın olmasını istiyordum yanımda. Etrafta olmasını istiyordum. Benimle alay etsin, egoist birisiymiş gibi davransın ama ağladığımda abimmiş gibi bana sarılsın istiyordum. Zorunda olduğu için değil istediği için burada olsun istiyordum. Bütün bu olaylar hiç yaşanmamış gibi olsun istiyordum. O bir bahane ile İzmir'e gelsin ve günün sonunda sanki birkaç sokak öteye gidiyormuş gibi uğurlayayım onu. Ama özlemeyeyim böyle boğulurcasına... Yıkmasın zor ayakta duran bu kalbi.

Ama bilmiyordum o zaman Rüzgar'ın bana bundan daha büyük acıları da öğreteceğini. Yıkılan kalbi sağlam göstermek için kusursuz bir yalancı olabileceğimi. Rüzgar'ı bundan daha fazla özleyebileceğimi...

BİR GÜN ANLARSINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin